Efsun Bilge Bilginer

We <3 Kargala

Bugün size çok çarpıcı bulduğum bir kitap hakkında yazacağım. Bu kitap Nihan Kaya’nın yazdığı ve üçlü serinin 2. kitabı olan “İyi Toplum Yoktur” kitabı. Öncelikle bu seri  kitapları ardışık okumak zorunda olmadığınızı belirteyim. Birbirinden bağımsız kitaplar. Diğer kitapların isimleri  ise “İyi Aile Yoktur ve Her Çocuk İyidir.” Bugün yazıma konu olan kitap 164 sayfadan oluşuyor. Yazarın bu serisini okumaya karar verdiyseniz bence bu kitaptan başlayabilirsiniz. Bu arada okurken yanınızda bir kalem de bulundurmalısınız; zira altını çizmek isteyeceğiniz bir çok cümle olacak.

Kısaca Nihan Kaya kimdir?

1 Ağustos 1979 doğumlu yazar Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Daha sonra Essex Üniversitesi Psikanalitik Çalışmalar Merkezi’nde yüksek lisans yaptı. Doktora eğitimini ise  King's College London’da tamamladı. Şu an MEF Üniversite Psikoloji bölümünde ders veriyor. Nihan Kaya hem kuram-inceleme-araştırma kitapları yazıyor hem de öykü ve romanlar kaleme alıyor.

Bu arada 2. kitabı olan Çatı Katı ile Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü aldı. Yazarın kitapları yayımlandığı dönemde çok ses getiriyor. İddialı kitapları karşıt görüşleri savunanları çok sinirlendiriyor desek de yanlış olmaz sanırım. Ne demişler doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.

Kitabın konusu

Yazar bu kitabında sünnet, nikah, düğün, kına gibi toplumsal törenlerin aslında kadim bir kurban etme töreni olduğunu örnekler vererek anlatıyor. Günlük hayatta her gün karşılaştığımız için artık çok kanıksadığımız, sorgulamadığımız geleneksel biçimlerin bireyi nasıl istismar ettiğini ve bunu aile-toplum vasıtasıyla nasıl devam ettirdiğini açıklıyor.  Ayrıca toplumların cinsellik üzerine şekillendiği; yaratılan “kadın-erkek” rollerinin de bu toplumsal törenlerle pekiştirildiğine vurgu yapıyor.

Bizim düşüncemiz, isteğimiz, tercihimiz sandığımız bir çok şeyin aslında bize ait gerçekler olmadığıyla yüzleşmemiz için yazılmış bir kitap olduğunu da yazar önsözünde belirtiyor. Kitabın ilk bölümü yazarı ilk defa okuyanlar için fazla sert gelebilir fakat sayfalar ilerledikçe hem yazarın üslubuna alışacaksınız hem de  ikinci bölümde yazara daha çok hak vereceksiniz.

Sünnet Töreni

Sünnet ülkemizde önemli bir tören.Bunun tek nedeni ise erkek çocuktaki cinsel kimliği pekiştirmek ve yüceltmek diyor yazar. Düşünürsek sünnet çocuğuna padişah kıyafeti giydirmenin başka ne sebebi olabilir?

Tarihine bakarsak da sünnetin İslamiyet'ten çok daha önce Afrika toplumlarında başladığını alıntılarla açıklamış yazar. Bununla beraber çocuğun sünnet olması aileyi ve akrabaları ilgilendiren bir olay bizim ülkemizde. Örneğin Suudi Arabistan’da erkek bebek dünyaya geldiğinde hastanede sünnet edilir ve bu durum kimseyi ilgilendirmez. Zaten düşünürsek ülkemizde de sağlıktan bağımsız sünnete yüklenen bir anlam var. Öyle olmasa sizce sünnet evde ve sünnetçi tarafından törenle mi yapılırdı? Yoksa bir hastanede doktor tarafından mı? Kaç kişi bu törenin çocuğun özel hayatına bir müdahale olduğunun farkında?

 Evlilik

Evlilik iki insanın cinsel partnerini herkese duyurmasıdır esasında. Böylece iki insanın birbirine sadık kalacağının sözü verilir. Fakat aslında bu terim toplumsal kurallardan bağımsız “ iki insan onu ne yaparsa o olur.” Her evlilik aynı değildir ve olmak zorunda da değildir. Evliliğe giden adımlar da buna dahildir. “Kız isteme”, “gelin alma” “gelinlik giyme” “kına gecesi” gibi evlilikle bağdaştırılan gelenekler aslında toplumsal rolleri pekiştirmekten başka bir şey değildir. Bunları gereksiz bulsanız da davetleri kabul edip gitmeniz bu geleneklerin devam etmesine katkıda bulunduğunuzu gösterir.

Gelin alma töreninde de kadının edilgen bir konumda olduğu su götürmez bir gerçek. Bu gelin alma merasimi ister pahalı bir arabayla olsun ister bir at üstünde. Sonuçta kadın bir yerden bir yere erkekler aracılığıyla taşınır. Kadın bu törenler boyunca hep edilgen bir konumdadır.

Gelinlik beyazlığın değil “son beyazlığın” simgesidir. Kına gecesi ise aslında kadının kurban edilme törenidir.  Kına yakma olayı kadim dönemlerde "kan akıtmayı" temsil eder ve bekaretin bozulması “ kan akıtılması “ ile bağdaştırılır.

Fahişeliği Tarihi

M.Ö 504 yılında Atina’da devlet ailelerinden kaçırdıkları, köle tacirlerinden aldıkları kadınları ve savaş esirlerini seks kölesi olarak kullanmak üzere bir eve kapattı.  Ve bu kadınlarla birlikte olan erkeklerden para aldı. Bu paralarla da Yunan ordusunu kurdu. Bu ilk resmi genelevdi. Bu genelevi açan Solon “devletin kurtarıcısı” ilan edildi. Bir benzeri uygulama kiliselerde de vardı. İşin ilginç yanı ise zorla kapatılan bu kadınların fahişe olarak da gördükleri muamele. Günah keçisi olarak ilan edilmeleri.

2. Bölüm: Başkaları için yaşamak

Başkaları için yaşamak kulağaçok uç bir ifade gibi gelse de aslında çoğumuz farkında olmadan başkalarının beklentileri ve söyleyecekleri üzerine kuruyoruz hayatımızı. Bu kitapta belki de en beğendiğim paragraf şuydu:

“Kendinize dair iş yaparken başkalarını dikkate almak hem kendinizi aşağı çekmeniz hem de başkaları altında ezilmeniz anlamına gelir. Doğmuş her canlıya göstermeniz gereken nezaket birinin sınırlarımıza müdahale ettiği yerde mesafeye dönüşmeli. “

Gelişmeyi önleyen yegane şey “başkaları ne der” düşüncesidir.  Örneğin "başkaları ne der"e göre iş yaptığınızda hayatınızı Ayşe teyze, bakkal Hasan amcaya göre yaşamış olacağınızı hiç unutmayın.

Türk kızları ve bayramlar

Hepimizin bildiği manzaradır herhalde. Bayram öncesinde kadının sefaleti başlar. Tüm ev pırıl pırıl olmalıdır. Yemekler çok çeşitli ve muazzam lezzette olmalıdır. Bayram günü saygıda kusur edilmemeli ve tüm misafirler memnun edilmelidir. Misafirlere hizmet kısmını kadınlar üslenirken misafirleri ağırlayan ve “hoş sohbet” ile gönülleri hoş eden ve misafir gidene kadar yanlarında “oturan” eşlik eden evin erkekleridir.

Bizde küçük yaştan itibaren kızlar evin tüm sorumluluğundan mesuldür. Eğer bunu yapmadığı düşünülürse anında utandırılır. “Kadınlık görevi” bilinci gene evdeki kadınlar tarafından küçük kızın zihnine yerleştirilir!

Ev işleri

Ev işleri asla ama asla bitmez. Bir Türk kadının temizlik anlayışı ile dünyanın herhangi bir yerindeki bir kadının temizlik anlayışı çok farklıdır. Evini her daim temiz tutması gerektiği bilgisiyle büyüyen Türk kızı her an tetikte “eve her an biri gelebilir ve ayıplayabilir” korkusuyla büyür. Kültürümüzde sofraya da o kadar kutsal muamelesi yapılır ki. Bunun da tek sorumluluğu gene kadınlardadır.

Ev işleri konusunda kadın ne pozisyonda olursa olsun isterse en üst düzeylerde çalışan bir kadın olsun gene de bu değişmez. Erkeğin ise en iyi ihtimal evdeki işlere “yardım ettiği” algısı vardır. İş birliği değildir aralarındaki erkeğin lütfedip “karısına yardım etmesi”dir ancak.  

Hayat yaratılan bir şeydir

Btün bu toplumsal algıya rağmen insanların bunu fark etmesi ve hayatını yaratması gerekir. Unutmayalım ki her tören bir kurban edilme törenidir aynı zamanda. Bunu değiştirmek için de harekete geçmek gerekir.

Wihelm Schmid "zamanları değiştiren  de kendini değiştiren insanlardır.” Der. Değişmemiz umuduyla...

Tüm bunları düşününce bu düşünceleri en çok destekleyen ve devam ettiren kimdir sizce? “Ben çektim o da çeksin “ diyen kadınlar olabilir mi? Bunun tersi bir şey söylediğinizde en çok kimden tepki alırsınız?