Zeki Demirkubuz’un “Hayat” filmi adına yakışır bir içerik ile 15 Aralık günü vizyona girdi. 3 saatten biraz fazla süren film boyunca belirsizliğin derinleştiği acaba kurgu kırılıp izleyeni şaşırtacak mı dediğiniz anlar oluyor ama yönetmen bunu bilerek yaratıp bilerek de ortadan kaldırıp sizi yaşananların gerçekliği ile iç içe bırakıyor. Filmi iki bölümde incelemek mümkün. İlk bölümde bozulan nişan sonrasında evden kaçan Hicran’ın akıbetini anlamaya çalışıyoruz. Belli ki kendisine dayatılan bir evliliğe razı gelemeyecek bir ruha sahip Hicran. Onun film boyunca cesur ve güçlü duruşu her şeyin babanın dayatması karşısında dik başlılık gösteren bu genç kızın cesareti ile başladığını açıklıyor.
Birey mi Hayatını Şekillendirir Hayat mı Bireyi?
Hicran baba evindekinden çok daha kötü durumlara düşse de bile isteye çıktığı yoldan kendi rızası ile dönecek gibi görünmüyor. Genç kız film boyunca duygularını çok az açıklıyor. Onu anlamak davranışlarına bakıldığında mümkünken izleyici bu derece ketum kalabilmesine şaşırıyor da. Hicran Orhan Bey ile yaptığı konuşmada annesini pısırık ve pasif bulduğunu söylüyor. “Ben pısırık insan sevmem.” diye de ekliyor. Ona biçilen kadere karşı gelen Hicran bu sahnede kendinden yaşça epey büyük bir adam karşısında ne kadar güçlü olduğunu da ortaya koyuyor. Babasını ise sevdiğini ancak onun kendisini sevmediğini ekliyor. Bu durumun oluşmasında babaya karşı gelmiş olmasının, kız çocuğuna biçilen rollere uygun hareket etmemesinin etkisi çok açık. Hicran niçin baba sevgisinden mahrum bırakıldığının çok farkında ancak tavırlarında bunun iç dünyasında bir zedelenmeye sebep olduğuna dair bir iz yakalayamıyorsunuz. Daha çok babasına kızgın değil, onu anlamış ama kendisine biçilen rolün ona uygun olmadığını görünce kendisine bir çıkış aramışa benziyor. İzleyici için reddedişi çok açık. Rıza ile nişanlandıktan sonra onu tanımaya çalışmamış bile. Buluşmalarında neredeyse hiç konuşmamış olmaları Hicran’ın baskı ile dayatılan evliliğe baştan fikir olarak karşı geldiğini gösteriyor. Genç oyuncu, filmde özellikle ağlayarak katarsisi yaşadığı ve tüm yükünü boşalttığı sahnede çok iyi bir performans çıkarıyor. Filmin diğer başkarakteri Rıza ise takıntılı denilebilecek bir şekilde Hicran’ı arıyor. Kurgunun kırılmasını da onun bu takıntısı sağlıyor. Demirkubuz burada hayat karşısında devamlılığın önemi üzerinde durmak istemiş olmalı. Rıza ile çok empati yapamasam da her şeyin karanlık bir sonla bitmesine onun Hicran’ı bulma inadı engel oluyor. Rıza’nın evinde kaldığı arkadaşı ile kahvaltı masasında yaptığı konuşma filmdeki çarpıcı sahnelerden biri. Türkiye’de herkes inanmak istediğine inanır, diyen Demirkubuz izleyeni bu sahnede epey sarsıyor. Ben Cem Davran’ın hayat verdiği Orhan karakterini de çok başarılı buldum. Onun kapalı kutu Hicran’ı çözüşü, dile getirmediklerini yüzüne vurması; içini dökerek yaşadığı çözülme ama yine de taşıdığı umut insanın duygusal zâfiyetini göstermesi bakımından önemliydi. Karakterlerin iç çözümleme ile okura açık edildiği bu konuşmalarda Davran harika bir oyunculuk performansı ile filmin kalitesini artırıyor. Bir diğer etkileyici sahne ise Hicran’ın babasından dayak yediği görüntülerle geldi. Darbelerin inandırıcılığı, genç kızın şiddeti kabullenişi, balkondan izleyen komşuların yüzündeki ifade izleyiciye geçmekte epey başarılıydı. Nuri Bilge’nin görüntü ekibinden isimlerin Hayat’a destek vermiş olması da filme olumlu yansımış. Bir küçük eleştirim ise Rıza’nın dedesinin oğlu ve gelini ile ilgili anlattığı hikayeye. Bu bölümü abartılı bulmakla birlikte Rıza’nın melek yüzlü oluşu ile “İşte sen böyle bir annenin oğlusun.” cümlesi örtüşmüş oluyor. Ayrıca dedenin “Herkes boğazına kadar kendi ile dolu.” diyerek torununu ikna etme çabası da duygunun yükseldiği sahnelerdendi. Bu cümlelerle felsefi bir derinlik de yaratılmış.
Sonuç olarak bu yılın başarılı filmlerinden Hayat. Hani bazen sessizce kabullenip “hayat işte” deriz ya törpülenen ruhunuz kabullenişle rahatlar o tadı alacağınız bir film izleyeceksiniz.