Ceren Ceylan

Ömrü varoluş sancılarıyla geçen ve 29 yaşında kendi hayatına son veren bir şair Nilgün Marmara. Türk edebiyatına birçok eser bırakan ve ölümü halen tartışılan Marmara'nın hayatını bu yazıda detaylı inceleyeceğiz!

Nilgün Marmara, Balkan göçmeni bir ailenin biricik iki kızından biri. Babası Fikri Marmara, Bulgaristan'ın Plevne şehrinden annesi ise Vidin'den İstanbul'a göç etmişlerdi. Yolları İstanbul'da kesişen bu çiftin kızları Nilgün ise 13 Şubat 1958'de İstanbul'da doğdu. Kim bilir, kızlarının ömrünün hep bir sancıyla geçeceğini ve 30 yaşını bile göremeden kendi canına kıyacağını bilselerdi yine dünyaya gelmesini isterler miydi?

Ailesi Nilgün'ün en iyi eğitimleri almasını istedi. Liseyi Kadıköy Maarif Kolejinde okuyan Nilgün ilk önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat bölümüne başladı. Ne yazık ki bu bölümü siyasi dalgalar dönemine denk gelince bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümünü kazandı.

Sol görüşlü olan Marmara için 12 Eylül 1980 darbesi adeta bir dönüm noktası oldu. Çünkü üniversitenin kırmızı salonunda dostlarıyla yaptığı şiir ve edebiyat toplantıları sona ermişti. Bu toplantılar yerini kaçamak ev buluşmalarına bırakmış ve Nilgün ne kadar kalemi çok sevse de bunu herkesten gizlemişti. Öyle ki Nilgün'ün şiir yazdığı eşi bile öldükten sonra öğrenmişti.

Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.

Hep böyle mi bu?

Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...

Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına

aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!

Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.

Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.

Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına, niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına, niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?

"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.

Nilgün Marmara, Kuş Koysunlar Yoluna

Umutsuzlar merdiveni

Üniversite yıllarında Boğaziçi Üniversitesinin orta kantininin üstündeki merdiven Nilgün için bir kaçış noktasıydı. Arkadaşlarıyla burada buluşur, yaşam hakkında konuşurdu. Bazen ise yalnız başına orda bir garip kuş gibi oturur ve yalnızca düşünürdü. Bazı vakitler ise bir şeyler karalardı. Asla kimseye göstermediği bu karalamalar maalesef ki ölümünden sonra ortaya çıkacaktı.

Boğaziçi Üniversitesinden mezun olurken yazdığı tez Nilgün'ün kaderini çizmişti adeta. Sylvia Plath’in Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi ismindeki tezi, onu intiharına en çok yaklaştıran etken olmuştu. Slyvia Plath'ın sadece şairliğinden değil ölümünden de etkilenmişti.

Slyvia Plath 1932 doğum Amerikan şair ve yazardı. Hayatı tıpkı Nilgün Marmara gibi çok iyi okullarda eğitim alarak geçmişti. Ancak tüm bu eğitim hayatında yine Nilgün gibi birçok psikolojik tedavi görmüştü. Plath, hayatı Nilgün'den 2 sene daha fazla tanımış ve 31 yaşında intihar etmişti. İntihar yolunu ise gaz fırınına kafasını sokarak tercih etmişti.

Aslında kendi kaderini yazdığı bu tezle diplomasını aldıktan sonra hayata tutunma çabası başladı. Nilgün İstanbul'u terk ederek Marmaris'te bir tatil köyünde çalışmaya başladı. Daha sonra farklı şirketlerden aldığı sekreterlik tekliflerini denedi ancak onu yapamadı. Daha sonra Mısır konsolosluğunda memurluk da yapsa nafile, bu hayat ona göre değildi. Nereye giderse ne yaparsa yapsın kafasının içinde onunla birlikte yaşayan sesleri de götürüyordu. Beyni devamlı uyuşuk, düşünceleri hep karmaşıktı.

Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?

Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?

Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.

Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu düşler marketinin, uyanıyorum küstah sözcüklerle:

Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!

Nilgün Marmara, Düşü Ne Biliyorum

Evlilik ve şair dostlar

Nilgün Marmara, 1982'de dost meclisinde tanıştığı Kağan Önal ile aşkı tattı. Aynı sene içinde evlendi. Önal'ın iş hayatı nedeniyle 16 ay Libya'da yaşamak zorunda kaldılar. Ancak bu 16 ay Marmara'ya bir ömür gibi gelmişti. Hiçbir yere sığamıyor olsa da Türkiye'yi istiyordu. Türkiye'ye döndükten sonra Kızıltoprak'da bir ev tuttular. Artık bu ev ünlü şairlerin uğrak noktası olmuştu. Yıllar sonra, evlilik hayatında bile umutsuzlar merdivenini evinde yeniden bulmuştu. Çünkü Nilgün oraya aitti ve nereye gitse umutsuzlar merdiveni onunla oraya gelecekti.

Cemal Süreya, Ece Ayhan, Edip Cansever, Tomris Uyar, İlhan Berk, Küçük İskender, Cezmi Ersöz, Orhan Alkaya gibi isimler için artık bu toplantı noktasıydı. But partisi adını verdikleri Pazar günü toplantılarında tavuk pişirir çilingir sofralarında buluşurlardı. Cemal Süreya Nilgün'e Zelda ismini takmıştı. Nedeni ise Nilgün Marmara'yı Amerikalı yazar F.Scott Fitzgerald’ın ele avuca sığmayan karısı Zelda’ya benzetmesiydi.

Cemal Süreya bu toplantılarda Nilgün Marmara'ya iltifatlar yağdırıyordu. Tabii bu edebiyatseverler için şaşırtıcı bir mesele değil zira Süreya'yı çapkınlığı ile tanıyoruz. Hatta bu konuşmalar çok aşık olduğu kadın Tomris Uyar'ın yanında geçiyordu. Ece Ayhan ve Cemal Süreya adeta Nilgün Marmara için yarış haline giriyordu. Bu anları ses kaydına alan Doğan Kemancı sağ olsun, kayıtlar günümüze kadar geliyor. Kaydın açıklamasında da yazıldığı gibi, gerçekten de bu insanlar yalnızca fotoğraflarda mı dost gibiler?

https://www.youtube.com/watch?v=TqFnfjQvj1M

Hayatın neresinden dönersen kârdır : 29 yaşında intihar

Hayatı hep depresif geçen Nilgün Marmara şiirlerinde de yalnızlık, acı ve intihara değinmişti. Şiirlerini yaşarken kimse bilmese de Nilgün'ün hayatı kağıda döktüklerinden çok daha fazlasıydı. İntihara meyilli hallerinden dolayı bir süre psikolojik destek aldı. Ancak durmadan doktordan kaçıyor ve doktor geleceği zaman evden çıkıyordu. Doktor yine de evde bekliyor ve Nilgün sonunda gelince ancak onunla konuşuyordu.

Doktor bu süreçte eşi Kağan Önal'a Nilgün Marmara'nın çok zeki ve kültürlü bir kadın olduğunu söyledi. Ancak bu durumun psikolojik tedavide bir avantaj değil, dezavantaj olduğunu da ekledi. Çünkü bu tür vakaların iyileşmesi için entelektüel faaliyetlerde bulunması gerekiyordu. Nilgün'ün ise buna hiç niyeti yoktu. İlaç tedavilerini de geri itiyordu. Daha önce başarılı olmuş tedaviler onun dikkatini çekmiyordu.

Daha sonra gün geldi çattı! 13 Ekim 1987'de beşinci kattan atlayıp intihar etti Nilgün. Oysa aynı gün eşine tedavi olacağına dair söz vermişti. Ölümünden kısa bir süre sonra Kağan Önal, şiirleri düzenleyerek iki kitap haline bastı. 1988'de Daktiloya Çekilmiş Şiirler, 1990'da ise Metinler adlı kitaplar çıktı.

Daha sonra annesinin isteğiyle Nilgün'ün günlüğü Kırmızı Kahverengi Defter ismiyle çıktı. Ancak bu eser büyük eksikler içeriyordu. Aşırı yorum yağmuru ve haksız eleştiriler yapılmasından sonra günlük, Defterler ismiyle eksiksiz olarak 2016'da basıldı. Böylece Nilgün Marmara geç kalmış bir hareket olsa da artık tüm çıplaklığıyla sevenlerinin karşısındaydı.

nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun

anılarıma düz baktıran

ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım

dantelalı tafta yumuşaklıkla

savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi

hiçlemeye annemi ve uykuyu

öğle sonlarında ürkünç odaların!

Nilgün Marmara, Ancak Yazgıdır Bu

Veda mektubu

Nilgün Marmara, intiharından önce bir mektup bırakmıştı. Bu mektupta eşine seslenmiş ve yaşadığı kısa hayata böylece veda etmişti. Ancak ne yazık ki bu mektup ölümünden 30 sene sonra ortaya çıktı.

Sevgilim, her gün kötücül bir düşünceyi kurmak ve onu taşımak artık kılgıyı gerektiriyor. Sana böyle bir yükü bırakmak istemezdim ama sen akıllı ve güçlüsün, çabuk unutursun. Bu durumdan kimse kimseyi ya da kendini suçlu saymasın çünkü suç yok. Yalnızca ırmağın akışına bir müdahale söz konusu. Her anın niyesini sorgulayan bir varlığın saygısızlığını yok etmek için kararlaştırılmış bir eylem bu. Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzel! Yiten bu işte. Bu tükenişle hiçbir yeni yaşama başlanamaz. Bu nedenle tüm sevdiklerime elveda diyorum. Beni bağışlayın. Bunu en çok annemden, babamdan, ablamdan ve Kağan... senden diliyorum. Dostlarımdan da.

Nilgün Marmara, 1987