Daha önce yapmadığınız bir şey için pişman oldunuz mu? Ya da yaptığınız bir şey için pişman oldunuz mu? O yoldan gitmek yerine bu yolu tercih etsem n’olurdu diye düşündünüz mü hiç? Ya da sarı kazağınızı değil kırmızı kazağınızı giyseydiniz o gün işler değişir miydi sizin için? Elleriniz, kollarınız, bedeniniz… Tamamı yıllardır içinde yaşadığınız bir ev gibi değil mi? Yıllardır siz sizsiniz. Bildiğiniz, alışık olduğunuz o ruha ve bedene sahipsiniz. Peki ya sizin aynınız olan başka bir siz varsa. Sizden bilmem kaç ışık yılı uzakta, koskocaman evrenin hemen yanı başındaki başka bir evrende askıda bir yerlerde sizin aynınız olan sonsuz sayıda siz varsa? Düşünmenin çok ötesini kapsıyor bu sorular değil mi? O zaman bir hikâye kuralım ne dersiniz? Ya da zaten bunun üzerine yazılmış bir kitabı konuşalım: Gece Yarısı Kütüphanesi
İntihar
Başını hafifçe yastığına bıraktı. Elinde tuttuğu şişeye kaydı gözleri. Minicik bir bakış attı hızlıca ve çekti gözlerini elindeki cinayet silahından. Pişman mıydı? Hayır! Peki içinde onu yiyip bitiren bu duygu silsilesi neydi? Kestiremedi. Odasının camından içeri sokak lambasının beyaz renkli ışığı doluyordu. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu.
“Kapının önünü bile temizleyemedim.” Diye geçirdi içinden. Ama bir önemi yoktu ki… Ölüyordu… Ve sıcacık dairesinde ilk defa bu kadar üşüyordu.
Bir teori: Çoklu evrenler teorisi
Fizik profesörleri, astrofizikçi insanlar, gündelik yaşamda evinde bu konuyu araştırmaya çalışan bir doktor, bir aktör ya da bir kitap yazmayı düşünecek kadar işin içine girmiş bir yazar…
Birçok kişinin bildiği ama araştırmaya çok da yeltenmediği bir konu aslında ‘Paralel Evrenler Teorisi’. Çoğu kitaba, diziye, filme konu olmuş; çoğu insanın ilhamına anahtarlık etmiş üzerinde düşünüldüğü zaman “Neden olmasın ki?” denen bir şey bence aynı zamanda.
Ben yine bu konuda çok şeyler biliyormuş gibi satırlar dizemem size. Ancak en kaba tabiriyle teorinin tanımını şu şekilde yapabilirim: Sonsuz bir evrenin içinde yaşayan bizler ve bu sonsuz evrenlerin yanında başka sonsuz evrenler olma ihtimali… Bu evrenlerin içinde de bizim varlığımızın sonsuz halleri… Pişman olduğumuz şeyi yapmayan halimiz, yapmadığımız için pişman olduğumuz şeyi yaptığımız halimiz, kırmızı kazağı giyen halimiz, belki ölen halimiz… Tabii ki tüm araştırmalar ‘bizleri’ katmıyor bu teorinin içine ama çoklu evrenlerde bizim olduğumuzu savunan da pek çok görüş mevcut.

Sonsuzluk
Soğuk bir anda kesildi. Gözlerini açmak istemiyordu. Tüm becerisizliklerinin yanına bir de bunu eklemek istemiyordu. Sadece ölmek istiyordu. Ama bilinci yerindeydi. Demek ki hâlâ yaşıyordu. Gözleri kapalıydı ama ölmediğini biliyordu.
İstemeye istemeye araladı gözlerini, etrafa bakındı. Kendi odasındaydı, beyaz ışık hala odasını aydınlatıyordu. Ölememişti işte. Bunu da becerememişti. Eline kaydı gözü. Gözlerini aheste aheste kaparken şişe elindeydi ama şimdi yoktu.
Yanındaki radyo bir anda açıldığında irkildi. Burada bir radyonun olmaması gerekiyordu. Çünkü bir radyosu yoktu! Yattığı yerden doğruldu ve parazitli radyoyu eline aldı. Sesini kısmaya çalıştı, kapatmaya çalıştı… Naptıysa o parazitli sesi kesememişti. O an anımsadı sabah alıp almamak konusunda kararsız kaldığı radyoydu bu. Nasıl olsa az bir zamanım kaldı diye düşünüp yalancı bir gülümsemeyle geçip gitmişti radyonun yanından. Şimdi elindeydi, parazit kesildi. Radyodan bir ses yükseldi. “Ölmedin. Ama yaşamıyorsun da. Sonsuzluğunun içinde, sonsuz senlerden birinde kendi hayatlarını dinliyorsun. Sonsuz senlerin hayatlarını.”
Bir yazar: Matt HAIG
3 Temmuz 1975’te sonsuz evrenlerinin tamamında (buradaki hayatı İngiltere’de başlıyor) hayata gözünü açan Matt bu evreninde bir yazar. Üstelik 42 dile çevrilmiş ve çoğu internet sitesinde çok satan listelerinin en başında yer alan bir kitabın yazarı. Bu kitabında işte yukarıdaki anektotlara benzer bir hikâye anlatıyor. İngiliz Tarihi mezunu aslında. Ama çoklu evrenler teorisini kafasına takıp bunun üzerine bir kurgu tasarlayacak kadar yaratıcı… Gece Yarısı Kütüphanesi dışında yazdığı birçok çocuk kitabı mevcut.

Sonsuz olasılıklarda ben
Sakince dinledi radyodaki tüm sesleri. Birinde öldü, birinde öğretmen oldu, birinde ünlü bir yazar… Sakince dinledi hepsini. Annesi öldü kimisinde… Kimisinde babası terk edip gitti onu… Bir sürü olasılık bir sürü ses. Hepsi kendisiydi. Kendi bedeni, kendi sesi, kendi annesi, kendi erkek arkadaşı… Sadece dinledi dinledi dinledi… Sonra gözü yere yuvarlanmış boş ilaç kutusuna kaydı. Sonsuz sayıdaki evrenin içinde bu evrende ölmek yerine kendisini dinledi. O boş şişe de tüm sonsuzlukların içinde orada kaldı. Ta ki gözleri ağırlaşıp sıkışıp kaldığı bu evrende ölene kadar.
Bir kitap: Gece Yarısı Kütüphanesi
Bu minvalde bir kitap aslında Gece Yarısı Kütüphanesi…
Üstünkörü bir hayat var edip ona sonsuz hayatlarını dinlemesi için bir radyo verdim. Matt ise Nora için bir kütüphane hayal etmiş. Aslında amacım ön okuma tarzı bir şey yaşatmaktı size. Ne denli başarılı oldum bilinmez ama ilginizi çektiyse bunun tamamen orijinal ve çok çok çok daha iyi kurgulanmış hali Matt Haig tarafından kaleme alınmış zaten.
Ana karakterimizin ölümüne yirmi yedi saat varken başlıyor ‘ana hikaye’miz. Nora’nın hayatı tam anlamıyla tepetaklak oluyor bu yirmi yedi saat içinde: kedisi ölüyor, işten kovuluyor, piyano dersi verdiği çocuğun annesi onu arayıp artık bu dersleri istemediklerini söylüyor, abisinin eski bir arkadaşıyla karşılaşıp geçmişte yaptığı bir hatanın (!) acı (kime göre neye göre) gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalıyor… Tüm bu üst üste gelen felaketler (!) neticesinde de ana karakterimiz daha kitabın yirmi üçüncü sayfasında intihar ediyor ve ölmüyor. Ama yaşamıyor da…
Gözlerini 00.00’da bir kütüphanede açıyor ve buradaki tanışık olduğu ‘Kütüphaneci’ye sorular sorarak durumu anlamaya çalışıyor. Kütüphaneci ona “Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var,” diyor. “Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün… Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın?”
Durumu tam olarak kavradıktan sonra Nora, kendi sonsuz olasılıktaki yaşamları arasında seyahatler yapmaya başlıyor.

Anlatılan sonsuz hayat
İlk durak evlilik: En başta düğünden birkaç gün önce terk ettiği için pişman olduğu nişanlısıyla evlendiği olasılığı deniyor.
İkinci durak ölümü kabullenip pişmanlıklarını yavaş yavaş yok etme: kedisine araba çarptığını düşündüğü kök hayatına dönüp onu araba kazasının olmadığı olasılıkta görmek istiyor. İşler her iki olasılıkta da pek istediği gibi gitmiyor.

Üçüncü durak: arkadaşıyla gitmediği onu reddettiği ülkeye gidip oradaki hayatını yaşıyor ama burada da işler pek yolunda ilerlemiyor. Bu şekilde hayatındaki tüm majör pişmanlıklarının tam tersini yaptığı hayatlara uğruyor, tamamında kendi bedeni kendi zihni içinde bambaşka hayatları yaşamaya başlıyor: Rock star oluyor, olimpiyat şampiyonu bir yüzücü oluyor, pub işleten kasabalı bir kadın oluyor, bir cerrahın karısı oluyor, abisiyle barışıyor, annesi ölüyor, babasıyla arasını düzeltiyor…
Her olasılıkta farklı bir gerçekliği yaşıyor. Hepsi birbirinden tamamen bağımsız olan sonsuz hayatın çoğunu deneyimliyor. Kitabımız tamamen bunun üzerine kurulu olduğu için 277 sayfa boyunca bunu okuyoruz. Farklı bir hayattaki Nora… Hikâyenin sonunda çoğu okurun tahmin edeceği bir 'son' yaşanıyor. Ben bu sonu tabii ki burada yazıp spoiler vermeyeceğim.
Kitap yorumu
Eser hakkında benim yorumuma gelecek olursak… Kitap gerçekten sürükleyici ve içine alan bir kitaptı. Yazarın dili o kadar akıcı ve yalın ki kısa süre içinde bitirilebilecek bir kitap.
Kitap bittikten sonra ‘Çoklu Evrenler Teorisi’ üzerine ufak bir araştırma yapma isteği uyandırıyor aslında sizde. Ancak çok büyük beklentilerle okursanız sizleri tatmin etmeyecektir. Sadece anlatmak istediği bir alt metni var ve bunu inanılmaz güzel bir kurguyla (en iyi olmasa da) iyi bir şekilde yapmayı başarmış yazar.
Hayat herkes için (en zengin milyarderlerden tutun da bana kadar) belli kurallar çerçevesinde ilerleyen bir bütün. Bu bütünün içinde de mutluluk, hüzün, neşe, pişmanlık ve iyi ki’ler var. Herkes bazen mutlu, bazen mutsuz… Herkes bazen yaptıklarına pişman, bazen yapmadıklarına… Hayat bu bütünlüğün içinde aslında seçtiğimiz yollarla değil kendi kurallarıyla var olmaya devam ediyor. Yani siz yapmaktan pişman olduğunuz o ‘şeyi’ yapmasaydınız, sonsuz olasılıklarınızın içinde o ‘şeyi’ yapmadığınız yaşamınızda bugün olduğunuzdan daha mutlu olmayacaksınız. Ya da yapmayıp ah vah ettiğiniz o ‘seçimi’ yaptığınız sonsuz olasılıklarınızın içindeki yaşamda bugün olduğunuzdan daha mutsuz olmayacaksınız. Çünkü tüm bu olasılıklar içindeki ‘hayat’ aynı. Kendi kuralları etrafında, sizin ‘yaşam’ınızın ağlarını örüyor.
Bunu şu şekilde özetleyebiliriz aslında “Olması gerekenler oluyor. Yaşanılan her şey tam da olması gerektiği için gerçekleşiyor.” Sonsuz olasılıklarınız içindeki sizin yaşadığı her şey de yine bununla özetlenebilir. O çok sevdiğiniz adama ‘Seni seviyorum.’ dediğiniz hayatta olması gereken buyken, kök benliğinizin olduğu hayatta ‘Seni seviyorum.’ dememeniz gerektiği için diliniz tutuluyor.
Evet bu kitap sana ne kattı derseniz bu iki paragrafla özetleyebilirim ancak size.

Dediğim gibi büyük bir beklentiyle; ‘inanılmaz’ bir son isteğiyle okursanız kitap sizi hayal kırıklığına uğratacaktır. Ama bunları bir kenara bırakıp sadece okumak için okursanız size muhakkak (ufacık da olsa) bir şeyler katacaktır.
Yineliyorum, unutmayın olması gereken şeyler oluyor, hayat kendi kurallarına göre yaşamınızı şekillendiriyor. O yüzden çok da düşünmemek lazım bir şeyleri…