Ceren Ceylan

Son zamanların büyük gişe beklentisi ile vizyona giren iki filmi Barbie ve Oppenheimer tüm dünyayı ikiye ayırdı. Benim de ilk tercihim insanlık tarihinin belki de en karanlık olayını anlatan Oppenheimer'dan yana oldu. İlk izlenimime göre sadece bu iki film değil, Oppenheimer tek başına da izleyiciyi birçok konuda ikiye ayıracak. Oppenheimer'ı ayrıntılarıyla konuşma vakti geldi!

Oppenheimer, dünya tarihinin en büyük buluşlarından biri olan atom bombasının icadını ana konu ediniyor. Ana karakterimiz olan J. Robert Oppenheimer'ı Cillian Murphy, Atom Enerji Komisyonu (ACE) başkanı olan Lewis Strauss'u ise Rober Downey Jr. oynuyor. Aslına bakarsanız bu ikili bile filmi başyapıt yapmaya yetiyor ancak kusursuz olduğunu söyleyemeyeceğim.

Film, Oppenheimer biyografisi olan American Prometheus adlı kitaptan esinlenerek hazırlanıyor. Zaten filmin girişinde de Prometheus'dan bir alıntı yapılıyor. Prometheus, Yunan mitolojisinde insanlığa ateşi verdiği için cezalandırılıyor, Oppenheimar'la benzerliği de işte burada başlıyor. İkisi de insanlığa ateşi verdiler ancak farkları Oppenheimar'ın bunu nükleer yolla yapmasıydı. Prometheus, insanlığa ateşi verirken insanların ateşi yararlı bir şekilde kullanmasını, bunu yemek yapmak ve ısınmak gibi temel ihtiyaçlarda kullanmasını hedefleyerek yapmıştı. Peki Oppemheimer insanlığa tek bir tuşla dünyayı yok etme potansiyeline sahip nükleer ateşi verirken ne düşünüyordu?

Oppenheimer'ın zihninde

Film Oppenheimer'ın toyluk zamanlarından, komünist düşünce yapısından ardından Manhattan Projesine getirilişine kadar anlatıyor. Daha sonrasında ilk atom bombasının yapılma hikayesi anlatılırken Christopher Nolan'ın zamandan zamana atlama takıntısıyla karşılaşıyoruz. Film zaten 3 saat, bir de üstüne zamandan zamana akınca akıl karışmıyor değil. Hele ki filmin ilk yarısında zaman geçmek bilmiyor. Film bir kargaşa haline giriyor. Hatta filmde bulunan siyah beyaz sahneler Lewis Strauss'un açısından, normal sahneler ise Oppenheimer gözüyle çekilmiş. Bunun kolaylık yaratmasını beklesem de bir sahneyi daha oturtamadan diğerine geçmenin yorduğunu itiraf etmeliyim. Yine de tam filmden koptum dediğiniz anda sizi geri çekip alan sürpriz sahnelerle dolu. Dinamik bozulmuyor.

Tüm bu anlatılanlar Oppenheimer'ın zihninde geçiyor aslında. Film ne kadar atom bombasının icadını dışarıdan bir gözmüş gibi anlatsa da filmi izlerken Oppenheimer'ın zihnindeki kargaşaya ortak oluyor ve epik müziklerin de etkisiyle deyim yerindeyse tripe giriyorsunuz.

Film 3 saat sürüyor dedik ama içinde ne vardı derseniz, atom bombasının yapım sürecindeki tartışmalar ve kavgalardan başka bir şey yoktu derim. Filmde ulusal güvenlikçilerden tutun da siyaset adamlarına ve bilim insanlarına kadar herkes durmadan bir şeyler tartışıyor. Karar verilene kadar filmin yarısından çoğu bitiyor.

Bu konuda olumsuz yorumlar okusam da, atom bombasının patladığı andaki sessizliğin çok hoşuma gittiğini söylemem gerek. Zaten filmde en çok beğendiğim aksiyonu düşürmeyen şey seslerdi. Ne zaman nerede yüksek ses efekti gireceğini bilmeden izlemek sizi filmden koparmamayı sağlıyor. Ama şunu da söyleyeyim, eğer filme yüksek bir aksiyon filmi izleme beklentisi ile gidiyorsanız 3 saatinize yazık olur. Zira film hiç acelesi olmadan anlatıyor her şeyi. Benim gibi hafızası kötü olan izleyiciler için dezavantaj olacaktır. Bu beklentiyle gidecekseniz en azından filmin ikinci perdesine kadar sabretmeniz gerekecek.

Atom bombasını patlattıktan sonra asıl olay olan Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan ve dünyada geri dönüşü olmayan bir devrime neden olan harekete dair bir görüntü göremedik. Bu sahneye ait sadece radyodan haber sesi duyabildik o kadar. O andaki Oppenheimer'ın yaşadığı psikolojik sıkıntı seyirciye geçiyordu. Dediğim gibi zaten film, Oppenheimer'ın zihninde yaşanıyordu adeta.

Ayrıca yan karakterlerde ünlü isimleri gördüğümüz halde sadece filme arada bir girip görünüp kayboluyorlar. Bu da yine hafızası kötü olan seyirciler için negatif bir ayrıntı.

Filmde ilk sahnesi uzaktan gösterilen Albert Einstein'ın birçok etkileyici sahnesine şahit oluyoruz. Uzaktan sahnesinde "Vay canına, ne kadar benzemiş!" desek de sonrasında yakın sahnelerde Einstein bıyıklı devamlı nasihatte bulunan Türk dedelerine benzemişti. Bu gülümseten ayrıntının dışında Einstein'ın izafiyet teorisinin peşinden giden Oppenheimer'ın Einstein ile olan diyalogları çok zevkliydi.

Ben şimdi ölüm oldum, dünyanın yok edicisiyim

Oppenheimer'ın aşk hayatı ikinci planda kalsa da dizinin dinamiğini tutan sahneler bir yandan bunlardı. Oppenheimer'ı klasik bir erkek, eşi Kitty olarak geçen Katherine Oppenheimer'ı ise klasik bir kadın olarak izliyoruz.

Klasik derken alınmayın hemen ama Oppenheimer aldatan bir erkek. Bu konu hakkında Oppenheimer'ın erkek dostu olmadığı ve güvenecek liman aradığı için kadınlara ihtiyaç duyduğu yorumlarını okusam da bu Oppenheimer'ı haklı çıkarmaya yetmiyor.

Oppenheimer eşinden önce Jean Tatlock ile tanışıyor ve o sırada 22 yaşında, ne kadar bilimle uğraşsa da kavak yelleri zamanı. Yine de Jean'e gerçekten aşık oluyor, fikirlerine ve ideolojisine hayranlık duyuyor. Jean sayesinde komünist düşünceleri güçleşen ve komünist hareketleri destekleyen Oppenheimer'ın daha sonradan bunlar yüzünden başı belaya giriyor.

Jean adeta bir depresyon güzeli. Yüzü gülmüyor, hiçbir şeyden tatmin olmuyor. Ayrıca Oppenheimer iki kere evlenme teklifi etmesine rağmen reddediyor. Sonra kayışlar kopuyor ve arkadaş kalmaya karar verseler de pek mümkün olmuyor. Oppenheimer'ın yeni ilişkisi Kitty'den çocuğu olunca onunla evleniyor. Bu arada Kitty'le ilişki yaşamaya başladıklarında Kitty başkasıyla evliydi. Yani aşk hayatı da büyük bir karmaşa.

Ne kadar evli olsa da Oppenheimer ilk aşkı Jean'den vazgeçmemesi hatta FBI tarafından komünizm ile ilgili bağlantısı olduğundan şüphe edildiği anlarda bile San Francisco'ya gidip Jean'le birlikte oluyordu. Bu ne kadar spoiler tadında olacaksa da en sonunda Jean dairesinde ölü bulunuyor.

Her şeye rağmen eşi Kitty asla yalnız bırakmıyor Oppenheimer'ı. Filmde de eşinin gözünün içine bakan ancak bir türlü o sıcak bakışı alamayan bir kadın olarak izliyoruz Kitty'i.

Oppenheimer, defalarca kazık yediği dostlarının elini yine sıkarken, ona savaşmasını ve iyi yürekli olmamasını söyleyen karısını hiç dinlemiyor. Kitty ise yapılanları unutmuyor ve yıllar sonra Oppenheimer aklansa da tavrını gösteriyor. Kısaca filmde büyük bir aşk olmasa da mantık üzerinde ilerleyen ve birbirlerine manevi anlamda destek olup çocukları için evliliklerini devam ettiren klasik bir çift görüyoruz.

Beklentileri karşıladı mı?

Vizyona girmeden önce sosyal medyanın da büyük bir etkisiyle ses getirdiğinden midir bilmem, beklenti çok yüksekti. Ayrıca bir de Barbie ayrıntısı vardı ki bu da çok önemliydi. Zira Barbie popülerliğine karşı sosyal medyada kalite karşılaştırması yapılarak popüler kesim etkilendi. Kısaca sosyal medyada Oppenheimer'ı tercih edecek insanların daha kaliteli olduğu algısı yaratıldı. Haksız bir algı değildi tabii, filmin gişesine de bir o kadar etkisi oldu.

Dediğim gibi filmin 3 saat olması gerçekten odaklanmada büyük sıkıntı yarattı. Ne kadar dinamik bozulmasa da kopulan sahneler çok fazlaydı. Ana fikir atom bombasının icadıydı ama ana fikrin dışında daha çok ihanet üzerine sahneler gördük.

Büyük bir mücadele ve hırsla 3 yıl sonunda atom bombasını icat eden Oppenheimer'ın pişmanlığı, karamsarlığı hep ön plandaydı. Evet gerçekten bunun için kaygı duyuyor olabilirdi ama ön planda olması gereken bu muydu, bilmiyorum. Keşke daha çok çalışma sahnesini somut şekilde görseydik.

Ses kullanımını ise abartı bulanlara rağmen beğendiğimi söylemeliyim. Kullanılan epik müziklerin dışında patlama sesleri, ayak sesleri gibi zihninizi filme odaklı tutacak sesler gerçekten etkileyici olmuştu.

Sahnelerin kalitesine ve geçişlere diyecek yoktu tabii. Sadece sahnelerin arkasında bile bir sahne vardı. Yani ön sahneyi takip ederken arkayı da takip etmeyi gerektirecek sahneler vardı. Bir taraftan da alt yazı dersek ciddi bir odak gerektiriyordu. Filmi iyice anlayabilmek için birkaç defa izlemek yararlı olabilir. Bu arada filmde neredeyse hiç efekt kullanılmamış bu da önemli bir ayrıntı, doğal ve emek kokan bir film izledik. Oyunculuklara zaten laf yok zira filmden en az bir tane Oscar bekleniyor. Müthiş bir oyuncu kadrosu izlediğimize şüphe yok.

Kısaca Oppenheimer çok büyük bir beklentiyle için başladığı için beklentinin altında kaldı desem yalan olmaz. Ama izlenir mi derseniz, izlenir. Hikayenin daha kısa tutulabileceğini veya 3 saatte daha gerekli kısımların anlatılabileceğini düşünsem de değer diyorum. Oppenheimer bir kez de olsa izlenmeli!