Uğur İşçeviren

#teknolojiheryerde

Bundan yaklaşık 15 yıl evvel bir araya gelen İsveçli bir yazılımcı ile çılgın bir yatırımcının hikayesi The Playlist. Daniel Ek ve Martin Lorentzen... Fikri ortaya koyan yazılımcı Daniel alaylı; tahsili yok. Yatırımcı Martin ise yıllarca okullarda dışlanan sıra dışı bir karakter. Yani bugün dünya müzik endüstrisine yön veren Spotify aslında mektepli büyüklere (Sony, Universal,vs.) karşı, alaylıların zaferi.

Bu mini dizide anlatıldığı kadarı ile Spotify aslında Pirate Bay ile yükselen bedava müzik anlayışına cevap vermek için kuruldu. Burada esas fark şu ki Pirate Bay, adından mütevellit korsan bir ürün. Spotify ise bunu bir iş modeline çevirdi. Aslında dizide çok belirsiz ve kısa anlatılsa da sanatçı hakları açısından ciddi bir sorun var. Zira bugün hala en az kazananlar, her sektörde olduğu gibi üreticiler. Yani sanatçılar...

Korsan ile kapitali ayıran nedir?

Yani korsan piyasası ile kapital endüstri sanatçılar açısından muazzam bir fark yaratmıyor. Kapitalist anlayış da aslında sanatçılara büyük bir baskı uyguluyor. Özellikle küçük sanatçılar bu şartlar altında eziliyor. Taylor Swift gibi güçlü sanatçılar Spotify’a karşı istediği baskıyı ve şartları dayatırken kariyerinin başında olanların emeğini Spotify ve Sony gibi devler paylaşıyor. Sadece son bölümde işin bu kısmına dikkat çeken dizi, Daniel’i bu konuda ciddi töhmet altında bırakıyor.

Dizi Spotify hikayesini 6 karakter üzerinden anlatıyor. Hatta dizinin başlangıç introsunda aynı Spotify listesi gibi bu 6 karakter üstünde kaydırıp seçim yaptığını görüyoruz. Hoş bir ayrıntı. Tabii listenin ilk sırasında Daniel Ek var. Dizi kurucu Daniel ile başlayıp endüstri, avukat, yazılımcı, ortak ve sanatçı gözünden anlatıyor. Her bölümde hikayenin o karakter gözünden gelişimini izliyoruz. Üstelik bunu yaparken karakterlerin kendi anlatısı baz alınıyor. Yani aynı sahneyi farklı bölümlerde farklı bir şekilde (çok sık omasa da) izleyebiliyoruz. Fikir güzel gibi dursa da uygulamada öyle olmadı. Çünkü bu durum bir süre sonra kopukluk yaratıyor. Daha önce izlediğiniz sahneleri 6 bölüm boyunca defalarca görmek kısır döngü hissi veriyor. Bu yüzden bir süre sonra bu döngüler hem sıkıcı hem de dağıtıcı oluyor.

Tek hikaye 6 kurgu

Açıkçası The Playlist her bölümü ile heyecan yaratan bir dizi değil. Yani bu çapta bir şirketin kuruluş hikayesi bence çok daha başarılı anlatılabilirdi. En azından daha heyecan verici olmalıydı. Örnek teşkil eden The Billion Dollar Code ile kıyaslarsak dizi çok daha yavan ilerliyor. Aynı hikaye 6 farklı bakış açısıyla anlatıldığı için birbirinden bağımsız 6 set hissi veriyor. Aslında bu, koca bir hikayenin akışkanlığını da bozmuş. Çünkü her bölüm kendi sonunu göstermekle mecburi olduğu için birçok kere hızla geçmiş hissine kapılıyorsunuz. Özellikle endüstri bölümünde Sony tarafını izlerken çok sıkıldım. Daha çarpıcı bir anlatım olabilirdi.

Oyuncular tarafında ise Martin Lorentzen (Christian Hillborg) karakteri hem kişiliği hem de oyunculuk açısından bariz öne çıkıyor. Daniel (Edvin Endre) ise fazlasıyla itici idi ki bu da oyunculuk açısından iyiye işaret. Dizinin en heyecan verici bölümü avukat ise Türk oyuncu Gizem Erdoğan performansı ile hayat buluyor. Hem dizideki en iyi bölüm olması hem de Gizem'in performansı ile avukat, The Playlist'in en dikkat çekici parçası. Bu arada Spotify bugün müzik endüstrisine yön veriyorsa bu, kurucular kadar Petra Hansson'ın başarısı. Zaten bölümün en başında da bunu bastıra bastıra belirtiyor.

The Playlist, biraz deneysel bir çalışma gibi. Böylesine bir girişim için daha popülist bir yaklaşım belki de daha iyi olurdu. İzlerken daha çok yükseleceğimiz anlar bekledim. Spotify hikayesini izlerken Pirate Bay'in kamusal heyecanını daha çok izledim. Mesela -en azından- Spotify'ın sokaktaki çılgın yükselişini anlatan bir sekans görmek isterdim. Yönetmen ve dizinin odağı arkaplanda neler olduğuna odaklanmak olduğundan böyle heyecan verici bir projeyi son derece heyecansız izledim.

Yani The Playlist son derece öğretici; belgesel tadında. Bittiğinde Spotify hakkında son derece fazla bilgiye sahip oluyorsunuz. İlham verici mi? Bence değil. İzlemeye değer mi? Kesinlikle!