Ziya Şahinöz

We <3 Kargala

Tüm dünyayı kasıp kavuran ve yaklaşık 50 milyon masum insanın ölümüne yol açan insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan İkinci Dünya Savaşı sona eriyordu. Başkentleri bombalayan, Nazilerin gazabını tüm Avrupa’ya yayan, Japonya’ya nükleer saldırı gerçekleştiren bu yıkıcı savaşın devamında Alman’ların Moskova’ya doğru olan amansız ilerleyişleri püskürtüldükten sonra İngiliz, Fransız ve Amerikan güçleriyle birlik olan Ruslar onları başkentleri Berlin’e kadar sürmüş ve şehrin ortasına koca bir duvar örmüştü. Tüm bu felaketler başımıza tek bir diktatör yüzünden geldi:Faşist Adolf Hitler

Gezegenimizdeki tüm bu korkunç olayları maalesef ki tek bir cümleyle özetleyebiliriz arkadaşlar. Filler tepişirken çimenleri ezerler. Buradaki çimenler masum dünya halkları oluyor. Politikacılar üstün hitabet yetenekleriyle radikalleri kışkırtıp savaşlar yaratıyordu. Bu sayede kitleleri yöneterek kendi ekmeklerine yağ sürüyor ancak çoğu zaman sonları Hitler’inki gibi oluyor. Bu değişmez bir kural ne yazık ki…

Dünya küllerinden yeniden doğup ayaklanmaya çalışırken bu kez de iki farklı kutup doğmuştu bu küllerden. Kapitalizm ve Komünizm. Bu akımlar finans sektörü ve ekonomi üzerinden çıkmış olsa da zamanla hayat biçimi haline geldi. İnsanları ikiye bölen birer canavara dönüştü. Kapitalist tarafta küresel emperyalizmin ağa babası Amerika Birleşik Devletleri oturuyordu. Diğer yandaysa Komünizmin en büyük gücü vardı. 1922 senesindeki Bolşevik devrimi sonrası Vladimir Lenin tarafından kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği. Sovyetler İkinci Dünya Savaşı sonrası kazandıkları büyük zaferle güçlerine güç katmıştı. Altın çağını yaşayacakları döneme artık girmiş bulunuyorlardı.

İki büyük gücün arasında sürüklenen dünya

Dünya'yı doğu-batı olmak üzere iki ayrı bloğa bölen bu güç yarışı çığ gibi büyüdü. Zamanında birlik olan Amerikan ve Ruslar şimdi aralarında kuvvetli yeller estirecek bir yarışa soyunuyorlardı. Adına “Soğuk Savaş” denilen ve yıllarca süren bu çetin yarış, tüm yıkıcı etkileri bir yana atıldığında aslında medeniyetimizin gelişmesine birçok teknolojik atılım ve yenilikle öncülük etmişti. Ancak bizden götürdükleri de çok fazlaydı ne yazık ki…

SSCB acımasız yayılmacı politikası sayesinde Çin’den tutun da Almanya’ya kadar olan o geniş havzada yaklaşık 22.5 milyon kilometrekarelik topraklarıyla dünyanın en büyük ülkesi haline gelmişti. Bünyesine 26 ülkeyi sığdırmıştı. Ve Komünistler öngörülemez bir hızla doğuda büyük bir sempati kazanmıştı. Kore, Vietnam, Çin gibi ülkeleri de beraberinde sürükleyerek komünizmi kapitalizme tercih etmelerinde ön ayak olmuştu. Kapitalistlere karşı büründükleri düşmanca tavır ve dünyayı kurtarıp herkesi eşit yaşatabilecekleri adaletli bir düzen getirmeyi vaat eden bu hastalıklı düşünceler, milyonlarca insanı bir anda diktatörlüğün avuçları içerisine attı. Güçlü istihbarat örgütleri, yeni ve teknolojik ölümcül silahlar, uzay yarışları ve havacılık sektöründe kısa vadedeki inanılmaz büyüme, soğuk savaştan hatıralarımızda kalan en unutulmaz anılar...

Tüm çıplaklığıyla soğuk savaş gerçekleri

Uzaya ilk defa bir canlıyı (köpek) gönderen Ruslara yanıt olarak ABD, NASA’ya yaptığı milyarlarca dolarlık yatırımlar sonucu 1969’da Apollo 11 göreviyle Ay’a insan göndermişti. Rusların dünyanın en büyük uçağı olan Antonov AN 225 Mriya’yı (Soğuk savaşın ikonik simgelerinden olan bu uçak 2022 mart ayında Ukrayna-Rusya Savaşı’nda bombalanarak büyük hasar aldı ve kullanılamaz hale geldi.) üretmesiyle, sıcak çatışmalara bir defa dahi girilmeden bu iki devletin ve halklarının aralarında çok güçlü başka bir savaş başlamıştı aslında.

Bu savaş meydanlarda silahlarla yapılan sıcak çatışmaların olduğu alışıldık türden bir savaş değil. Psikolojik olarak yönetilen ve tek bir kurşunun sıkılmadığı ama sonucunda da kazananı olmayacak bir savaştı. Yine de bu iki süper güç giriştikleri “ben daha iyisini yapacağım” anlayışıyla teknolojide adeta bir devrim yarattılar. Ve insan hayatını kolaylaştıracak birçok yeni buluş bu dönemde hayata geçti. Ancak doğu bloğundaki 200 milyonu aşkın insan hala günlük hayatlarında sefalet içinde yaşıyordu. Korkunç mimarili soğuk bloklarda hayatları geçiyor, sabahın köründen gecelere kadar sürekli çalışıyordu. Kendi adlarına hiçbir yatırım yapamadan tüm varlıkları devlete gidiyordu.

Komünizm yanılgısı

İnsanlar kısaca devlet için yaşıyor ve sanayinin çarkları gibi hayatları boyunca döndükten sonra yorulup paslanıyorlardı. Uzun vadede kapitalizmin baskın geleceği açıktı. Her ne kadar bu sistemi eleştirsek de insanlık geleceği adına en makul seçenek olacağı belliydi. İlk Mc Donald’s şubesi Moskova’da açıldığında önünde oluşan kilometrelerce insan kuyruğunu hatırlayalım. Bizlerin tüketime ne kadar aç varlıklar olduğunu en iyi haliyle özetleyen tablolardan biridir bu.

Şimdi dünyada tüm kudretiyle akıp giden bu iki nehre de kapılmadan kendi hâlinde kalabilmeyi başarmış ve İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalarak tek bir yara dahi almamış olan ülkeye göz atalım: Türkiye.

Yeni kurulan bu genç cumhuriyet, Atatürk’ün öngörüsü ve İsmet Paşa’nın akılcı yönetimi sayesinde tüm bu çatışmalardan uzak kalmıştı. Ve hiçbir devletle polemiğe girmemişti. Bunun bize katkıları olduğu kadar kayıpları da oldu elbette. Ancak büyük yıkımın önüne geçilmesi için başka bir seçenek yoktu. Hitler sınırlarımıza dayandığında bizi kurtaran buydu. Veya Sovyetler burnumuzun dibine kadar geldiğinde bizi koruyan yine bu oldu.

Tabi 1952 yılında Kore’ye yardımlarımız sonucu alındığımız NATO da bizim için büyük kalkan görevi görüyordu. Yine de Sovyetler ve Amerika arasında sıkışıp gidip gelmiş ve tarih boyunca çalkantılı süreçler geçirmiştik. Hala daha öyleyiz. Denge politikasına devam.

ABD-Türkiye ilişkileri güç kazanıyor

1950’lere kadar tek partili yönetim anlayışıyla öyle ya da böyle yol kat ettik. 50’li senelerde Demokratlar iktidara gelip Amerika Birleşik Devletleri’yle olan ilişkilerimizi hızlandırdı. Ancak maalesef onlar için adeta Sovyetler’in önündeki bir baraj görevindeydik. Gürcistan o dönemde SSCB’ye bağlıydı ve NATO ülkesi olan Türkiye için bir tehdit kaynağıydı. Boğaz'lardan tutun da Kore savaşında farklı cephelerde yer almamıza kadar görüş ayrılıklarımız vardı. Özellikle Sovyetlerin ezeli hayali sıcak denizlere inmekteki en büyük engeldik. Bu nedenle Türkiye-SSCB ilişkileri devamlı gergin bir haldeydi. Bu da bizi ABD saflarına daha da yaklaştırdı.

SSCB ile İlişkilerin gerildiği ve belki de daha önce duymadığınız iki ilginç durum daha var.

SSCB'nin yedek havalimanı: TZX

1) 15 Ekim 1970’te Batum’dan kalkan Sovyet bayrak taşıyıcısı Aeroflot’un Antonov AN 24 tipi yolcu uçağını Litvanya asıllı baba-oğul iki hava korsanı kaçırdı. Bunun sonucunda uçak Trabzon Havalimanı’na zorla iniş yaptı. 45 yolcu ve 4 mürettebatın bulunduğu uçakta, kokpitte silahlar patlamıştı. Ve 19 yaşındaki kabin görevlisi Nadezhda Kurchenko hayatını kaybetmişti. İddialara göre yolsuzluğa karışmış ve kirli bir geçmişe sahip olan Pranas Brazinskas, 13 yaşındaki oğluyla rejim karşıtı olduğunu bahane ederek Amerika’ya iltica başvurusunda bulunacak ve paçayı yırtacaktı. Nitekim öyle de oldu. Rotadan saparak NATO ülkesi Türkiye’ye inen uçağı anında Sovyet ve Amerikan makamları mercek altına aldı. İki taraf da dönemin Türk hükümetine ültimatomlar verdi. Bu gergin atmosferde belki de savaş sebebi sayılabilecekti bu olay. Neyse ki Türk yetkililerce aklıselim bir şekilde çözümlenmişti.

Uçak indikten sonra etrafında askeri araçlar ve sağlık personelleri toplanmıştı. Kabin görevlisinin naaşı çıkarılıp tabuta konulmuş, yolcuların durumu gözden geçirildikten sonra Sovyetler ‘in baskısı üzerine ertesi gün uçağın tekrar havalanarak geri dönmesine izin verilmişti. Ancak iki kişi eksikle. Onlar tahmin edebileceğiniz gibi kaçak olan baba oğuldu. Bir süre Türkiye’de hapiste kalan bu iki Sovyet kaçağı Amerika’ya iltica başvuruları yapmıştı. Onaylandıktan sonra ABD’ye taşınarak hayatlarının geri kalanını burada geçirdiler. Üstelik katil olmalarına rağmen sırf rejim karşıtı oldukları için. Tabi bu olay diplomatik bir kriz haline gelmiş ve Türkiye-SSCB ilişkilerini daha da germiştir.

Trabzon Havalimanı apronunda görüntülenen Antonov 24 yolcu uçağı

Kaçak Pilot Aleksandr Zuyev

2) 20 Mayıs 1989’da Sovyetlerin dağılmasına yaklaşık 2 sene kala askeri pilot olan Yüzbaşı Aleksandr Zuyev kaçırdığı savaş uçağı Mig-29 ile Batum’dan havalanıp deniz seviyesinde 210 km uçarak radarlardan kaçıp adeta su yoluna dönmüş olan ve dibi delinmiş elek benzetmesi yapabileceğimiz Türk hava sahasına girmiş ve Trabzon Havalimanı’na iniş yapmıştı. Amacı elbette komünistlerin baskıcı rejiminden kaçıp kurtulmaktı. Ancak bu durum uluslararası arenada devasa bir krize yol açtı. Yine olan masum Türkiye’ye oldu.

Sabah saatlerinde Trabzon’daki sessizliği hiddetle delip geçen jet piste indikten sonra büyük şaşkınlığa yol açmıştı. İşin ironik yanı yaralı olan pilotumuz uçağı terk ettikten sonra taksiye atlayıp hastaneye gidiyor. İlginçtir ki Türk yetkililer o sırada ne yapıyor bilinmez. Herhalde daha sonrasında başlarına gelecekleri düşünmekten donup kalmış durumda olmalılar. Tehlikeli bir ülkeden kaçmış pilot hava savunmanızı delip geçerek pistinize inip elini kolunu sallayarak gidiyor. Akıl alır gibi değil gerçekten. Bu ülkede yaşanan trajikomik olaylar zaten yalnızca bizim başımıza gelebilirdi.

Aleksandr Zuyev

Sovyetler Birliği tarafları da elbette o sırada şaşkın bir durumda. Çünkü bir savaş uçağınız kaçırılıp NATO üyesi bir ülkeye indiriliyor. Bu alenen savaş sebebi ancak yine ucuz yırtıyoruz tabi ki. SSCB’den gelen nota üzerine Türk hükümeti olaya el atıyor ve ABD ile görüşme gerçekleştirdikten sonra uçağı iade edebileceklerini ancak pilotu vermeyecekleri şeklinde dönüş sağlıyor. Zuyev önce ABD Ankara Büyükelçiliği’ne ardından da ABD’ye gitti. Amerika için komünist rejime karşı olmanız yeterli başka ne olduğunuzun hiçbir önemi yok. Uçak ise askeri bir nakliye kargo uçağına yüklenerek Sovyetlere geri teslim ediliyor. Böylece yetkililer bu büyük krizi de engellediler. Ancak akıllara şu soru da geliyor, eğer SSCB sona yaklaşırken değil de daha güçlü olduğu bir dönemin içinde bu hadise yaşansaydı Türkiye işin içinden öylece sıyrılabilir miydi?

Coğrafya kaderdir

Tarih sahnesinde jeopolitik konumumuz nedeniyle başımıza gelmeyen felaket kalmadı nerdeyse. Coğrafya kaderdir sözünün iliklerimize kadar hissedildiği bir ülkede yaşıyoruz gerçekten. Yine Sovyetlerle ilişkili bir diğer örnekse 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil’deki nükleer santralin 4. reaktöründeki patlamadır. Bu patlamanın yol açtığı faciadan da en kötü etkilenen ülkelerden biri oluşumuz aslında soğuk savaşta ABD ve SSCB yanında, savaşın ucunun en çok bize dokunan ülkelerden biri olduğumuzu kanıtlar nitelikte. Etkisi yıllara yayılan bu nükleer facia, tarımdan sanayiye birçok sektörümüzü olumsuz etkilemiş, insanlarımızın hayatı tehlikeye girmiş ve DNA mutasyonları nedeniyle birçok engelli birey doğmuştur özellikle Karadeniz Bölgesi'nde.

Ayrıca Sovyet-Afgan savaşında ABD'nin Afganistan'a yardıma gittiğini de hatırlıyoruz. Bu olay, sonrasında tamamen evrilerek New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne gerçekleştirilen terörist saldırı sonucu ABD-Afganistan savaşına dönüşüyor. Ordan kaçan milyonlarca mülteci yine bizim ülkemize sığınıyor. Dünyada hangi gelişme yaşanırsa yaşansın ucu bir şekilde hep bize dokunuyor.

Yakın geçmişte bizi de doğrudan etkileyen bu gibi olayların meydana gelmesi nedeniyle yazımın başlığını Sovyetlerin arka bahçesi benzetmesi üzerinden yaratmak istedim. Soğuk savaş başlı başına ilginç hikayelerle ve gizemlerle dolu. Bizimle ilgili olan bu 2 hikâyeye kısaca değindik. Bir başka yazımızda görüşmek dileğiyle sevgili okurlarımız…