Uzun zamandır içimden hiçbir şey gelmiyordu sayın okur. Ne yazmak, ne çizmek… Ne bir hayatı anlatmak ne de bunun için bir şeyler okumak.
Bugün otobüsten indim. Ellerim cebimde beni bırakan otobüs uzaklaşırken kulaklığımda çok eskiden dinlediğim bir grubun yine çok eskilerden dinlediğim bir şarkısı çalıyordu. Yavaş yavaş yürürken şarkının sözlerini sindirmeye çalışıyordum. Canım biraz sıkkındı dürüst olmak gerekirse. 4 gündür sürekli bir şeyler yazıp siliyordum ve yarına yetiştirmem gereken bir yazı vardı; en yakın arkadaşlarımdan biri bir süredir kötü bir süreçten geçiyordu ve hayatımda hiç beklemediğim şeyler oluyordu. Bir de gündem var tabi…
Bunların hepsini koca bir çığ halinde düşünürken beklemediğim bir anda dinlediğim grubun yaptığı cover parçalardan birisi çalmaya başladı. Kötü bir sese sahip değil grubun solisti. Ama aşina olduğum sesten çok uzak olduğu için ekşidi yüzüm. Elimi cebimdeki telefona attım ve müzik dinlediğim uygulamayı açtım. İşini erbabına bırakmak gerek, diye düşündüm. Arama kısmına ‘Cem Karaca’ yazdım. Az önce cover halinin bir kısmını dinlediğim şarkıyı sahibinden, alıştığım sesten dinlemeye başladım. Daha ilk cümlesi bile beni gülümsetmeye yetti. O an karar verdim; "bu hafta anlatmam gereken kişi Cem Karaca" diye.
Evet; sayın okur. Uzun bir girişten sonra, sanatın içine doğan ve sanatı sanatından çok halkı için, düşüncelerini anlatabilmek için kullanan rengarenk, bana umut olan bir sesin hayat şarkısını dinleyeceğiz hep beraber: Cem Karaca...

Her şarkının bir başlangıcı, her hayatın bir ilk günü var
5 Nisan 1945 yer Bakırköy/İstanbul’da bir hastane. Ermeni asıllı gerçek ismi İrma Felegyan olan Toto Karaca ve Azeri Türkü Mehmet İbrahim Karaca kucaklarına ilk ve tek çocukları olan Muhtar Cem Karaca’yı alırlar. Böyle başlar Anadolu Rock’ın babasının hayat şarkısı.
Toto ve Mehmet Karaca tiyatro oyuncularıdır. Önce tiyatroya sonra birbirlerine aşık olan bu ikili sahnede tanışır. Evliliğe giden bu aşkın kanıtıdır sanki Cem. Sanatçı bir aileye dayanır sanata ilgisi düşkünlüğü. Annesi sesinin güzelliğini keşfeder. Annesinin teyzesi Rosa Felegya ise onu müzikle bizzat tanıştırır; altı yaşında bu hanımefendiden piyano dersleri almaya başlar.
Şarkı söyler, piyano çalar ve annesiyle babasının yanında Türkiye’yi gezer. Kulislerde büyüyen bir çocuktu Cem işte budur zaten onu sanatın ustalarından yapan. Ama sorsan doktor ya da mühendis olmak istediğini söyler. Babası hariciyeci olmasını canı gönülden isterken annesi ise keşfinin peşinde, Cem'in ana babası gibi bir sanatçı olmasını diler.

Karaca
Yavaşça şekillenir hem şarkılar hem hayatlar
(Sol-Do-Do-Mi-Do-Si-Si-La)
Zaman geçer, Cem büyür. Robert Lisesi’nde ortaöğretim hayatına başlar. Müzik hayatının hep bir parçasıdır. Zamanında mühendis ya da doktor olmak istediğini söyleyen Cem’in şimdilerde fikirleri değişmektedir.
Arkadaşlarının ısrarıyla sahneye çıkar ‘Suadiyeli Nesrin’ için bir şarkı seslendirir. 17 yaşındadır sahne tozunu müzikle yuttuğu ilk anda. İşte bu yaşta fiilen ve insanlara gösterebileceği kadar içine girmiştir sanat hayatının.
Söylemiştik babası onun iyi bir hariciyeci olmasını diler. Cem sahnelere alışıp şarkılar söylerken o bunu çok da desteklemez. Annesi ise oğlunun arkasında onunla gurur duymaktadır.
Babası Mehmet Karaca durumdan o kadar rahatsızdır ki rock müziğine kafayı takmış Cem’in sahneye çıkacağı yerde bir adam tutar ve ona ‘Aman Adanalı’ şarkısının çalınmasını istetir. Hatta iş o kadar ileri gider ki Cem’i yuhalattığı bile söylenir. Ancak Cem bunlarla yılacak kadar basit bir sevdaya sahip değildir. Müzik başka bir yerdedir onun için. Bırakmaz bu sevdanın peşini.

Ümit ve neşe dolu bir sahne hayatı
(Re-Re-Do-Do-Si-La-Si-La-Sol)
Zamanla babası kabullenir oğlunun sanatçı kimliğini sadece ‘Bari bu toprakların müziğini yap.’ Der ve bir adım geri çıkar. Başlarda bu toprakların müziği Cem’e -kendi söylemlerine göre- ilkel geliyordu. Kendini anlatacağı müziğin bu toprakların müziği olmayacağını düşünüyordu. 1965 yılında tiyatro oyuncusu Semra Özgür ile evlendikten tam 3 gün sonra askere giden Cem’in bu düşünceleri işte burada değişecekti.
Hatay Antakya’da 121. Jandarma er eğitiminde er iken asker arkadaşlarından birinin çaldığı sazın sesini duydu. Bu sazın ritmi ona başlarda ilkel gelen bu toprakların müziğiydi. Özünü bulmuştu Cem. Şarkılarını bu özle sazla türküyle söyleyecek, umudunu neşesini derdini bu müzikle anlatacaktı.
1967 yılında İstanbul’a döndü. O zaman Apaşlar grubuyla kesişti yolu. Grup ülkenin en sevilen gruplarından biri olmuştu zamanla. Türkiye’yi geziyorlardı. Anadolu’nun tüm topraklarına gidip şarkılarını, türkülerini söylemişlerdi.
1968 yılında plak için Almanya’ya gidip dönen grup ‘Resimdeki Gözyaşları’ şarkısını çıkarıp büyük bir yankı uyandırdıktan tam 2 sene sonra ‘Felek Beni’ ve ‘Bu Son Olsun’ plaklarını çıkardı ve dağıldı.

Vaat edilen mutlu günlerdeki farklı duraklar
Sol-Do-Do-Mi-Do-Si-Si-Si-La-Re-Re-Do-Do-Si-La-Sol-Mi-Re-Do
Bir sürü insanlar farklı farklı gruplarla yolundaki pek çok farklı durakta duran Cem Karaca sesinden dinlemeye doyamadığımız şarkılarını bu farklı gruplarla bizlere ulaştırıyordu. Yine müzik kariyerinin yanında özel hayatı da farklı isimlere ev sahipliği yapmaktaydı.
1970’te Apaşlar grubundan arkadaşı Seyhan Karabay ile beraber Kardaşlar grubunu kurdu ve grup 1970 Kasım’ında bu grupla Dadaloğlu/Kalander 45’liğini çıkardı. Aynı sene ikinci karısı Meriç Başaran’dan da ayrıldı.
1972 yılına kadar Kardaşlar grubunda olan Cem Karaca 1972 yılından itibaren Moğollar ile çalışmaya başladı. Moğollor Anadolu Rock’ın en güçlü temsilcileri arasındaydı. 2 sene Moğollar’la çalışan sanatçımız bu iki senede hala sesi kulağımızda sözü dilimizde ‘Namus Belası’ şarkısına imza attı. 1972 yılında Feride Balkan ile evlenen Karaca bu evlilik sayesinde de baba oldu. Oğlu Emrah Karaca 1976 yılında bu evlilik sonucunda doğdu.
1974’te Derşivan’la müzik kariyerine devam eden Karaca bu grupta da ‘Tamirci Çırağı’ şarkısına imza attı. Üstelik sahnelerinde bir çırak kostümüyle seslendirdi bu şarkısını.

Yalnızlık ve zamanın vatana yansıyan hüznü
Mi-Fa-Fa-La-La-Sol-Fa-Mi-Re-Re-Re-Do-Re-Mi
Yıl 1978, Cem Karaca 1 Mayıs plağını sürer piyasaya. Plakta komünizm propagandası yaptığı düşünülür ve hakkında arama kararı çıkartılır. Cezası kesin olan dava yüzünden, konser dışında bir sebepten, 1980 senesinde Almanya’ya gider bu sefer.
İsmi ‘dostları’nın arasında ‘Kaçak’a çıkar. Görüşlerini şarkılarında halka anlatan, Türk müziğini gençlik yıllarını verdiği müzikle harmanlayan Karaca’nın canını bir yandan vatanda olamamanın derdi yakarken diğer yandan da arkadaşım dediği insanların onu anlayamamasının hüznü çöker üstüne.
7 Nisan’da babasının ölüm haberini alan Karaca’nın acısı katlanır. Turnesi başlamıştır ve davası devam etmektedir bu yüzden babasının cenazesine katılamaz.
Yalnız değildir ama yalnızdır gurbet elinde zamanı da çoktur bu memlekette.
Sıkıyönetim Mahkemesi 13 Mart 1981’e kadar süre verir Cem’e Türkiye’ye dönmesi için. Cem ise ek süre talep eder. 15 Temmuz 1982’ye kadar uzar süresi. Ancak Cem ülkeye geri dönmeyeceğini bildirir. Süresi dolar. 6 Ocak 1983’te Türk Vatandaşlığından çıkarılır. Gurbet elinde bu haberle bir kez daha sarsılır Karaca…
Oğlundan uzakta, vatanım dediği ülkeden uzakta bir de vatandaşlığını kaybetmiş vaziyettedir şimdi. O da müziğe sığınır. Acısını derdini müzikle anlatır yine. ‘Oğluma’ ve ‘Bekle Beni’ şarkıları bu dönemde çıkar. Ayrıca ‘Hasret’ ismini verdiği albümünün çalışmalarını da burada, bu süreçte tamamlar.
8 sene hasretlik çektikten sonra 1987 senesinde hakkındaki gıyabi tutuklama kararı kaldırılınca 29 Haziran 1987’de memleketi, vatanı, yurdu Türkiye’ye döner.

Vatana dönen Karaca şarkısının son anları
Mi-Re-Re-Fa-Mi-Re-Mi-Re-Do-Do-Si-Si-Do-Si-La
Ülkesine geri dönen Cem Karaca bundan sonrasında hayatını müziğe verir. Çalar, söyler; yazar, söyler.
1988 yılında ‘Töre’ albümünü çıkarır.
1990 senesinde ‘Yiyin Efendiler’ albümünü sürer piyasaya. Pek çok kişi ona ‘dönek’ dese o bu kişilere yazdığı şarkılarla cevap verir. Yine 1990 yılında kendisinin yazdığı 'Kahya Yahya' şarkısıyla Altın Güvercin ödülünü alır.
Bu dönemde son gözyaşını döker. Annesi Toto Karaca’yı kaybeder. Babasının yanında olamayan Cem annesinin son yolculuğunda yanındadır.
1990 bereketli bir senedir Cem için. ‘Islak Islak’, ‘Raptiye Rap Rap’, ‘Nerede Kalmıştık?’ hitlerini de bu sene içerisinde çıkarır.
Dur durak bilmeden müzik yapmaya devam eden Karaca ilerleyen zamanlarda TV showları da yapmaya başlar. Farklı kanallarda farklı zamanlarda yayınlanan programları Cem’i seven insanların ilgiyle takip ettiği programlardı.
1997 yılında çıkan Ağır Roman filmi için ‘Resimdeki Gözyaşları’ şarkısını bir daha seslendirir. Bunu üzerine plak şirketi Cem’e sormadan ‘The Best of Cem Karaca’ albümünü piyasaya sürer. Bunun yanında 1999 senesinde ‘Bindik Bir Alamete’ albümünü sürer piyasaya. Albüm dinleyiciler tarafından sevilir ve benimsenir. (Ki sevgili okur bu cümleyi okuduğunda bile kafanda çalmaya başlamıştır kesin muhteşem şarkı.)
Film müzikleri yaptığı kısa bir dönemden sonra (2000 yılında kendi de oynadığı Kahpe Bizans için şarkılar yapmıştı) 2004 senesinde 8 Şubat’ta solunum ve kalp yetmezliğinden ötürü hayat şarkısındaki son sözü söyler; son notayı çalar Karaca.

Ellerim montumun cebinde soğuk sayılacak bir havada, Cem Karaca'dan 'Bu Son Olsun' şarkısını dinleyerek yürüdüm. Birkaç gündür hiçbir şey yapmak istemezken yüzümde bir gülümsemeyle girdim evden içeri. Yazarım dedim. En azından yazmayı denerim. İşte bu yazı çıktı ortaya.
Metnin aralarına yerleştirilen notalar 'Bu Son Olsun' şarkısının en basit haliyle çıkarılmış notalarıydı. Ve her nota topluluğu o şarkıdan bir cümleyi ifade ediyordu aslında.
Evrenselliğine hayran olduğum sanatın bugün benim yüzümde gülümseme oluşturan dizeleriydi -müziğin kendi dilinde-. Ben de kendi dilimle anlattım bana bugün o umudu aşılayan şarkının sahibini.
Bu da bu yazının sonu olsun
Üstadı yazmak haddime miydi bilinmez. Yazının içinde hiçbir şarkısına yer vermemem de öyle. Ancak ben 'Bu Son Olsun' şarkısının bende uyandırdığı hisler sayesinde bugün bu yazıyı yazabildim.
Bugün sen çok gençsin, yavrum
Hayat ümit, neşe dolu
Mutlu günler vadediyor
Sana yıllar ömür boyu
Bugün biz çok genciz, hayat ümit ve neşe dolu. Belki yorgunuz belki mutsuz biraz da umutsuz... Ama hayat neşe dolu ve bize yıllar boyu mutlu günler vadediyor.
Bu yüzden ne yalnızlık ne de yalan üzmesin bizi çünkü doğarken ağladık, doğduktan sonra da çok ağladık. Artık bu son olsun!..