30 Mart 1852 tarihinde Hollanda Kilisesi’nin rahibi Theodorus van Gogh ve eşi Anna Cornelia Carbentus’un çocukları Vincent dünyaya gözlerini açar. Ancak bu minik bebeğin hayatı çok çok kısa sürer. Aynı gün içerisinde daha yeni tanıştığı dünyadan göç eden Vincent, çift için ağır bir yıkım oluşturur. Evlerinin ilk çocuğu Vincent’ın ölümüyle sarsılırlar ve sevgileriyle birbirlerine sığınırlar. Bu tarihten tam 1 sene sonra yine bir erkek çocuğu doğurur Anna. Bu çocuğa ölen çocuklarının ismini verirler. Vincent van Gogh...

Beyaz tuvale ilk darbe: Vincent ve çocukluğu
30 Mart 1853 Vincent van Gogh’un dünyaya gözlerini açtığı tarih olarak kayıtlara geçer. Groot Zundert kasabasında yaşayan çiftin ölü çocuklarından sonraki ilk evlatlarıdır Vincent. Babası Theodorus Hollanda Kilisesi’nde bir rahiptir. Annesi ise sanata ilgi duyan ve çizme kabiliyeti yüksek olan bir kadındır ki Vincent’ın çocukluktan itibaren resme ilgisi annesinin bu sanata yatkınlığından gelmektedir.
Vincent’ın hayatının ilk 10 senesi kocaman bir muammadan ibarettir. Buna rağmen kayıtlara geçen ufak tefek birkaç bilgi mevcuttur. Örneğin hayatının her anında kendisine destek olan ve kardeşi Theo 1857 tarihinde dünyaya gözlerini açar. Vincent’ın kardeşleriyle ilgili bir diğer bilgi ise iki erkek, üç kız kardeşe sahip olduğu yönündedir.

Bilinmezlikten aydınlığa: Vincent ve sanata farklı yoldan ilk adım
Vincent’ın ailesi hali hazırda sanata yatkın bir aileydi. Annesi resimler çizerken Vincent’ın iki amcası sanat tacirliği yapmaktaydı. Bu da Vincent’ı iyiden iyiye sanata dahil etmeye başlamıştı.
Hayatının her döneminde en yakın arkadaşı diyebileceğimiz kardeşi Theo da belli bir zaman sonra sanat tacirliğine başlayınca Vincent’ın tuvalinde bir yol çizilmeye başlar. Vincent ise bu yola girmekten hiç çekinmez. Parisli bir sanat ticaret şirketi olan Goupil & Cie’nin Hague’deki şubesinde çalışmaya başlar. Vincent artık bir sanat taciridir. Sanatın içinde sanatçının eserini insana ulaştırmakla görevlidir.
Vincent 1873 senesinde şirketin Londra şubesindeki eleman ihtiyacından ötürü Londra’ya gider. Sanatı artık İngiltere’nin yağmurlu sokaklarında kaşfetmeye başlayacaktır.
İngiltere’nin ara sokaklarındaki galerileri, müzeleri gezme şansı yakalayan Vincent ayrıca sanatın edebiyat kısmına ilgisini keşfeder. George Eliot ve Charles Dickens etkilendiği İngiliz yazarlar arasında yerlerini alırlar. Asıl kendi alanı olan çizimler konusunda da ‘The Graphic’ gibi dergilerdeki İngiliz gravür sanatçılarını ilgiyle takip etmektedir.
İngiltere’nin ona sunduğu -sanata dair- bu geniş perspektif yaptığı işi sorgulamasına yol açar. ‘Beğenmediği eserleri satmak’ artık mantıklı gelmediği için de şirketteki işlerini aksatmaya, disiplinini gün geçtikçe kaybetmeye başlar. Bu süreçte zaten dindar bir aileden gelen Vincent kendini İncil ve dinine adar. Durumun fark edilmesiyle Londra’dan ayrılması ve Paris’ geri gelmesi istenir Vincent’tan.
Vincent, 1875 yılında sanatının temelini oturtan İngiltere’den ayrılmak zorunda kalır ve şirketin Paris’teki şubesine döner. Ancak zaman geçtikçe hem kendisi hem de boyundurluğunda çalıştığı insanlar anlar ki Vincent bu işi yapmak istemiyordur. 1876 yılında, Vincent şirketten ayrılır ve Londra’ya geri döner.
Tuvalden kaçan fırça: Vincent ve din
Londra’ya gelen Vincent burada belli başlı okullarda özel dersler vermeye başlar. Vincet’ın Theo’yla mektuplaşmalarından ortaya çıkan kayıtlara göre Vincent ‘öğretmeyi’ ve ‘öğretmenliği’ seven bir insandır. Öğretmenlik sürecinde sanatla bağını tamamen koparmaz. İngiltere'nin galerilerini ve müzelerini gezmeye devam eder. Resim çalışmalarını içeren dergileri takip eder. Ancak hayat onu bağlı olduğu dinine bu dönemlerde daha çok yaklaştırır.
Kendini dine adadığı bu dönemde öğretmenlik sevdasından vazgeçer ve yeni bir sevdayı var eder hayat tuvalinde. Yollarla dolu olan resminde bu sefer yeni bir yol vardır karşısında. Hiç çekinmeden bu sefer o yola atar kendini. Rahip olmak için kollarını sıvar. Londra’da Turnham Green bölgesinde vaazlar vermeye, dini sohbetler yapmaya başlar. Bu sohbetler ve vaazlar istediği kadar tutkulu geçmediği için rahiplik konusunda iyiden iyiye hevesi kırılır. Ama vazgeçmez.
1877 yılına girecekleri yılbaşı gecesinde Hollanda’ya ailesinin yanına döner. Burada dini kimliğiyle ilgili büyük bir karar alır. Üniversite kabul sınavlarına çalışmaya başlar. Teoloji eğitimi için üniversiteye gitmek ister ve bunun için tam 15 ay çabalar. Ancak var olmayan temelinin üstüne ne kadar çalışırsa çalışsın pek bir şey koyamaz ve kendisinin ‘hayatımın en kötü dönemi’ olarak adlandırdığı 15 aylık ders çalışma serüvenini sonlandırır. Dini kimliğini üniversiteden mezun olarak değil bir kilisede rahiplik yaparak devam ettirmeye karar verir. Bunun için Belçika’nın Borinage kentine yerleşir. Dönemin en yoksul bölgelerinden birisi olan Borinage’de vaazlar vermek için kiliseyle anlaşır.
1879 yılında maden işçilerinin bulunduğu bir köyde vaazlar vermeye başlayan Vincent, köydeki halkın yoksulluğundan oldukça etkilenir. Cömert kişiliğiyle onlara vaaz vermenin ötesinde yardım etmeye karar verir. Bu yardımlar ‘kendi eşyalarını’ dahi verme noktasına ulaşınca çalıştığı kilisedeki insanlar durumdan rahatsız olur. İşvereni Vincent’ın kiliseyle bağlantısına son verir.
Tuvale yeni bir darbe: Sanata dönüş
Vincent bulunduğu köyde barınmaya, yardım ettiği insanlarla birlikte yaşamaya bir müddet daha devam eder. Bu süreçte ise yeniden uzak düştüğü sanata yönelir. Orada gördüğü işçileri ve yoksulluğu resmeder. Bunun sonucunda resmi olarak kararını verir. Din, rahiplik, öğretmenlik ilgisini yoğunlaştırabildiği şeyler olsa da Vincent’ın yapmak istediği şey çizmektir.
1880 yılında aldığı karar neticesinde Brüksel’e çevirir rotasını. Burada ressamlıkla ilgili aldığı eğitimler, hayatının ilk on senesinde olduğu gibi muammadır ancak kayıtlar kendi kendine ressamlık için çalıştığını yazar. Jean-François Millet’nin Travaux des champs'ı ve Charles Bargue’ın Cours de dessin'i gibi kitaplardan yardım alarak kendisini geliştirir.
1885 yılında 'ilk başyapıtı' olarak nitelendirilen 'Patates Yiyenler' eserini tuvale döker.

Günümüzde Van Gogh Müzesi'nde sergilenmektedir. (Amsterdam/Hollanda)
1885 yılında ortaya çıkan bu eseri, eleştirmenler beğenir. Ayrıca Vincent'ın içine sinen bir eserdir. Olumsuz eleştiriler Vincent'ın canını sıksa da bu eleştirileri lehine kullanmayı başarır. 1886 yılında kendi evi olarak gördüğü Paris'e dönüp sanatını geliştirmek için kardeşi Theo'ya mektup yazar. Theo abisini yakınen tanıdığı için bu fikre başta karşı çıksa da sonunda yanına gelmesini kabul eder.
Vincent hakkında eldeki en sağlam kaynak kardeşiyle karşılıklı mektuplaşmaları olduğu için Paris'te kardeşinin yanında yaşadığı döneme dair çok net bilgilere rastlayamayız. Ancak o dönemde kardeşiyle arasının gerildiğine, birlikte yaşamanın zorluğundan ötürü tartıştıklarına dair rivayetler bulunmaktadır.
1886 yılında Paris'e yerleşmesiyle birlikte 'izlenimcilik' yani empresyonizm akımıyla tanışan Vincent zamanla bu akımın temsilcilerinden birisi olacaktır. Bu zamana kadar daha soğuk tonlarda renklendirdiği tuvalleri, empresyonizmle tanışmasıyla daha canlı renklere bürünmeye başlar. Bunun yanında yine Paris'te karşısına çıkan Japon sanat eserlerine de kayıtsız kalamayan ressamımız, tuvallerinde Japon sanatının izlerine de yer verir.
Tuvalin üstüne koca bir çizgi: Paris'ten Güney'e uzanan bir yolculuk
1888 yılına kadar sanat hayatına Paris'te devam eden Vincent, 1886 ve 1887 senelerinde Paris'te çok fazla şey öğrense de zamanla Paris'in soğuk havası onu bir karamsarlığın içine sürükler. Hayattaki en yakın arkadaşı, kardeşi Theo ile aralarının da gerilmesiyle daha sıcak iklimlere kaçma fikri şekillenir kafasında.
1888 yılında güneşi hissetmek için güney'e: Arles'a gitmek için yola çıkar. Arles'a ilk ulaştığı gün, işler beklediği gibi gitmez. Sıcacık güneşi hissetmek isterken sert bir kışla burun buruna gelir. Bu durum biraz canını sıksa da kısa bir süre sonra düzelen hava şartlarıyla kendisini eserlerine verir. Vincent iyiden iyiye ısınan havaları fırsat bilerek fırçalarını ve tuvalini alıp kendisini sokağa atar. Bu dönemde dikkat çeken iki eser çizer. Aynı mekanın iki farklı tasviri şeklinde boyar tuvallerini. Aynı mekanın soğuk kış günlerinde kalma tasviri ve baharın çiçekleriyle renklene bir diğer hali...

Günümüzde Van Gogh Müzesi'nde sergilenmektedir. (Amsterdam/Hollanda)

Vincent bu iki eserin ardından aynı sene içerisinde Arles'te kendisine sarı renkli bir ev/atölye tutar. Bu atölyede bir 'ressam topluluğu' kurmak ister. Bunun için Eugène Henri Paul Gauguin'i Arles'a çağırır. Gauguin'in Arles'e gidebilmesi için ciddi bir maddi desteğe ihtiyacı olduğu için bu teklifi geri çevirir. Ancak kısa bir zaman sonra Theo'ya amcasından kalan mirasla hem Theo'yu (bir sanat taciri olduğu için) hem Gauguin'i hem de topluluğu için ilk adımı atan Vincent'ı sevindirici bir gelişme yaşanır. Gauguin Arles'a, Vincent'ın yanına taşınır. Başlarda bilirkte çalışmaktan zevk alan iki ressam zaman geçtikçe çalkantılı duyguları sebebiyle sık sık tartışmaya ve resimden uzaklaşmaya başlar. Vincent'ın ruhani problemleri de işte tam da bu döneme denk gelir.
Fırça tuvali deler: Vincent ve delilik
1888 senesi sonlarında iki farklı rivayetle anlatılan hadise gerçekleşir. Vincent resime olan saplantılı bağlılığıyla geçirdiği sinir kriziyle sol kulağını keser. Kulağının kesik parçasını bir peçeteye sararak bulunduğu konuma en yakın geneleve gider. Peçetenin içindeki kulağı Rachel ismindeki bir kadına verir ve gerisin geri evine döner. Hikaye, yatağında hem ruhu hem bedeni acı içinde kıvranan Vincent'ın hastaneye kapatılmasıyla devam eder.
Diğer rivayet ise sürekli tartıştığı Gauguin'in Vincent'ın kulağını kestiği yönündedir. Ciddi bir tartışmanın sonucunda sözlü dalaş fiziksel kavgaya evrilince Vincent, Gauguin'in boğazını kesmeye çalışır. Kendini korumak isteyen Gauguin ise bıçağı alarak Vincent'ın kulağını keser. Gauguin ile yazısız bir sözleşme imzalayan Vincent şikayetçi olmaz. Gauguin ise (her iki durumda da) Vincent'ı hastanede ziyaret etmez.

Tuvalde genişleyen delik: Vincent ve acı çeken ruhu
1889 senesi Vincent için zedeleyici bir yıl olur. Kulağını kesmesiyle belli bir dönem hastanede kalmak zoruda olan Vincent, hastaneden çıktıktan sonra kendisini atölyesine atar. İyileşmeye başlayan ruhu bu sefer maddi sıkıntılar ve yalnızlıktan ötürü derin bir sancının içinde kıvranmaya başlar. Arles'teki en yakın arkadaşı Joseph Roulin daha yüksek maaş vaadiyle başka bir şehre taşınınca Vincent'ın yalnızlığı ve ızdırabı artar. Bu dönemde sığındığı tek şey tuvali ve fırçaları olur. 1889'un ilk iki ayında çok ünlü iki tablosunu çizer: Ninni ve Ayçiçekleri...

Vincent van Gogh/ Ninni, Şubat 1889
Vincent van Gogh/ Ayçiçekleri, Ocak 1889
1889 yılının başı bu iki eserin yapıldığı, verimli bir dönem olsa da Vincent için acı içindeki ruhu yine dayanılmaz bir hal alır. Bu sefer ruhu onun zehirlendiğini düşünüp kriz geçirmesine sebep olur. Bu durumda yine hastaneye yatırılır. Geçen on günün ardından evine-atölyesine döner. Ancak yaşadığı yerde insanlar Vincent'ın hareketlerinden rahatsız oldukları için Arles Belediye Başkanına imza toplayıp götürürler. Şefin emriyle yine akıl hastanesine kapatılan Vincent için kardeşi Theo daha iyi bir hastene bularak ağabeyini oraya gitmeye ikna eder. Saint-Rémy-de-Provence’deki Saint-Paul-de-Mausole akıl hastanesine kapatılmak üzere 8 Mayıs'ta döndüğü güneşe sırtını verip Arles'ten ayrılır.
Tuvalin üstüne isabet eden en büyük acı: Vincent ve akıl hastanesi
1889 senesinin kalan ayları akıl hastanesinde geçer. Vincent'ın doktoru ressama 'epilepsi' teşhisi koyar. Tedavisi başlayan ressam, zaman geçtikçe ilerleme katettiği için sanatına kavuşur ve süreç içerisinde resim çizmesine izin verilir. Akıl hastanesinde 1889 senesinin haziran ayında en ünlü eserini döker tuvale: Yıldızlı Gece.

Bu eserin çiziminin ardından Vincent'ın iyiye giden sağlık durumu sekteye uğrar ve ivmesini ters yöne çevirir. Geçirdiği bir kriz anında boyalarını yemeye çalışınca yine sanat ona yasaklanır. Fırçasını ve boyalarını kaybeder. Ancak bu durum onu daha da kötüleştirince doktoru resim çizmesine izin verir. Bu şekilde yine iyileşme sürecine girer.
Zaman içinde yine ani krizler ve ataklar geçirse de artık buradaki akıl hastnesinde kalmak istemediğine karar veren Vincent, Theo'ya bir mektup yazar. Theo da ağabeyi ile aynı görüştedir. Onun Paris'e yanına gelmesine sıcak bakar ve bunun için uğraşmaya başlar. Van Gogh, 16 Mayıs 1890’da hastaneden ayrılır ve Paris’e doğru trenle yola çıkar.
Tuvalin kenarına tutunan yeni renk: Vincent ve Auvers
Paris'e gelen ressam çok vakit kaybetmeden şehrin kasvetli havasından kaçmak için Auvers'e gider. Burada kendine bir düzen kurar ve hayatının en verimli dönemlerinden birisine girerek tablolarını çizmeye başlar. Auvers-sur-Oise’da mutludur, çünkü özgürlüğüne burada yeniden kavuşur.
Theo ailesiyle ağabeyini ziyarete geldiğinde hem fiziki hem de ruhani açıdan sapasağlam bir adam görür karşısında. Auvers ve sanat; Vincent'a ve ruhuna iyi gelmektedir. Çizecek çok fazla unsur vardır ve bu Vincent'a yaşamak için yeterli bir sebep sunar: Sanatını gerçekleştirmek...

Şövaleden yere düşen hayat: Bir resmin sonu
27 Temmuz 1890'ı gösterirken takvimler, Vincent tuvalini ve fırçalarını alarak kendini Auvers'in manzaralarından birisine bırakır. Manzaranın tam önünde elindeki silahla göğsüne bir el ateş eder ve yaralı haliyle Auberge Ravoux*'taki odasına dönmeyi başarır. Kendisini yaralı bir halde bulan Ravoux*, doktoru çağırır. Doktor kurşunun çıkarılmasına karar verir ve Vincent'ın hayattaki en büyük ortağı Theo'ya bir mektup yazar. Theo'ya ulaşan mektubun ardından Theo ertesi gün öğleden sonra ağabeyi Vincent'ın yanına gelir.
(*Auberge Ravoux: Vincent van Gogh'un hayatının son 70 gününü geçirdiği pansiyondur. Sahibi bu pansiyona kendi soyadını vermiştir. Vincent'ı yaralı halde bulan kişi pansiyonun sahibi ya da 12 yaşındaki kızıdır.)
Vincent 29 Temmuz 1890 tarihinde saat 13.30'da ömür boyu kendisinin en iyi arkadaşı ve destekçisi olan kardeşi Theo’nun kollarında son sözlerini söyleyerek bu dünyaya tamamen gözlerini kapar. Kocaman bir tuvalin üzerine çizilen üretken ve acı dolu bu hayatın son sözleri ise 'Keşke burada ölsem.'dir.
Yaşamı boyunca ciddi bir ruh bozukluğunun pençesinde savaşan Vincent, sanata olan saplantısıyla yaşadı hayatını. Bir tuvalin üzerine yansıtmaya çalıştığı iç dünyası günümüzde tüm sanatseverlerin ilgi odağı olmayı başardı.
Kendisinin de söylediği gibi şimdi değerliyse yaşadığı dönemde de değerliydi. Eserleriyle bir deliliğe kafa tutabilecek kadar değerli hem de.
Eğer daha sonraları değerli olacaksam şimdi de değerliyimdir. Buğday, buğdaydır insanlar onun en başta çim olduğunu düşünse de.