Merakla beklenen dizi "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?", 24 Mart'ta Netflix'te izleyiciyle buluştu. Dizi Perihan Mağden'in aynı isimli romanından uyarlama olarak karşımıza çıktı. Daha ilk haftadan 84 ülkede ilk 10 yapım arasına giren dizi, övüldüğü kadar dövüldü de. Ben de yorumları okuduktan sonra izleyip şans vermek istedim. Dizi şansı hak ediyor ancak bunun yanında da birçok soru işareti bırakıyor.
Dizi 7 bölüm ve bölüm başı ortalama 40 dakikadan oluşuyor. Bu özelliğinin bir artı olduğunu söylemeliyim çünkü izleyiciyi sıkmayan zaman dilimleri düşünülmüş. Dizide çok kalabalık olmasa da birçok karakter olmasına rağmen yüzde yetmiş anne ve kızı görüyoruz. Her bölüm değişen mekan ve karakterler akıcılığa yardımcı oluyor. Çoğu bölümde yan rollerde tanıdık simalar var.
Hikayenin bizim alışık olduğumuz hikayelerin dışında olduğunu söylemeliyim. Bu, izleyicinin bir kısmına artı olarak yansırken bir kısmını da eksi olarak yansıyor. Gerilim daima yüksek, heyecan tavanda ilerliyor. Ancak bu alışılmışın dışındaki olay örgüsü yapbozda eksik parçalar bırakıyor.
Anne rolünü canlandıran Melisa Sözen'i en son Kırmızı Oda'da izlemiştik. Orada psikolojik rahatsızlığı olan bekar bir kadını canlandıran Melisa Sözen rolünü hakkını layığıyla vermişti. Bu dizide daha farklı bir psikolojik hastalığı olan anneyi de hakkıyla oynadığını düşünürsek kendisinin oyunculuğuna toz konduramayız.
Annenin masum kızı rolünü ise Eylül Tumbar oynuyor. Tumbar henüz 21 yaşında ve bu Biz Kimden Kaçıyorduk Anne onun ilk işi olmasına rağmen tüm dikkatleri üzerine çekti diyebiliriz. Rolü gereği doğal ve Stockholm Sendromu olan bir karakteri canlandırması gerekiyor. Bunu çok iyi yansıttığını söyleyebilirim ancak canavar rolüne bürünmesi gerektiğinde bir tık geride kalıyor. Zira dizinin mottosu : Canavarla savaşmayı göze alırsan canavar olmayı da göze alırsın.
Takıntılı anne ve masum kız
Dizinin başından sonuna kadar anne ve kızın gerçek isimlerini öğrenemiyoruz. Dizi boyunca dışardaki insanlar bu ikiliye anne-kız olarak seslenirken annesi ise kızını "Bambim, bebeğim" diye çağırıyor. Anne, kızına böyle seslenirken masal kitabı olan Bambi'den esinleniyor.
Bambi bu ikilinin dua kitabı. Anne, kızını bu masal kitabını okuyarak büyütüyor. Masal, Bambi ve annesinin hikayesini anlatıyor ancak annesi bir süre sonra Bambi'yi hayatta yalnız bırakmak zorunda kalıyor. Annesi öldükten sonra Bambi, hayatta kalmak için annesi gibi biri oluyor. Dizi bu masalın üstüne kurulu tamam da, bu kız sadece bu masalı okuyarak mı büyüyor? Yapbozun bu parçası eksik kalıyor çünkü anne ve kız yıllarca otelden otele gezerek yaşamlarını sürdürüyor. E insan soruyor tabii ki, bu kız eğitimini nasıl aldı? Zira kız, akıcı İngilizce konuşabiliyor ve çok zeki.

Annenin bir diğer olayı ise kızı kendi boyunda olmasına rağmen hala onu kız çocuğu gibi giydirmesi. Anne, her zaman simsiyah ve ciddi kıyafetler seçerken kızı yanında masaldan fırlamış gibi. Çünkü anne böyle yaparak kızının hiç büyümeyeceğini ve hep onun kollarının altında güvende olacağını düşünüyor. Ancak kızı büyüyor ve anne kız arkalarında birçok ceset bırakıyorlar. Anne ne kadar uğraşsa da küçük bambisinin de ellerine kan bulaşıyor. E ne demişler, kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan...
Annenin geçmişi çok kötü. Tutucu, şefkatsiz, hırslı bir annenin kızı olarak büyüyor. Babasının arabasını tamir eden genç tamirci ile birbirlerine aşık oluyorlar. Bambi ise bu aşkın meyvesi olarak dünyaya geliyor. Saçma gelen detay ise kızın bu yaşa kadar Bambi masalıyla büyüyüp henüz dedesi, ananesi ya da babası hakkında hiçbir şey bilmemesi. Anne, kızına bu masalı ezberletecek kadar takıntıyla okuyor ancak asla ailesinden bahsetmiyor. Kızını hem güvende hissettirmeye çalışıyor hem de "Benden başka kimsen yok kızım!" edası veriyor. Eksik kalan bir diğer parça ise baba ortada yok. Gençliği gösteriliyor ancak Bambi büyüyünce babaya ne oldu, bilinmiyor. Hatta baba kızının doğumunda bile yok.
Lüks otel dairelerinden apart köşelerine
Anne-kız hayatları boyunca dünyanın her yerini geziyorlar. Sahte pasaportlar, sahte kimlikler havada uçuyor. Ama bir anne arkasında kimse olmadan bunca yasadışı işi nasıl hallediyor, kimse bilmiyor. Adalar kiralanıyor, en lüks yiyecekler yeniliyor. Asla yanlarında valiz de taşımıyorlar. Her gittikleri yerden yeni kıyafetler alınıyor. İyi de bu para hiç mi bitmiyor? Ananeden kalan parayı yirmi sene onlarca ülkede en lüks otellerde yiyorlar. Onların evrenine kur krizi vurmamış galiba.
Yanlarında valiz olmamasına rağmen onlarca kutuyla dolaşıyorlar. Gittikleri otellerde herkes tarafından merak uyandıran bu kutularda ne olduğu sonradan ortaya çıkıyor. Annenin çocukluk travması olan oyuncak bebekler! Kaldıkları her odayı annenin çocukluğundaki oda gibi oyuncak bebeklerle süslüyorlar. Oyuncak bebek dediğime de bakmayın, korku filminden fırlamış gibiler.
E tabii en sonunda para suyunu çekiyor. Ananeden kalan son arsayı da satıyorlar ama onun parasını da polisten kaçma uğruna dağın tepesinden denize atlayıp denize yayıyorlar. O da ayrı bir olay tabii, polisten kaçıp denize atlamak ve polisleri atlatabilmek. Zaten bu ikiliyi sadece iki polis kovalıyor çoğunlukla onu da anlamlandıramadım. Uluslararası aranan katili neden hep iki polis kovalar ki?
Sonuç olarak birçok eksik parça kalsa da anne kızın bu serüvenini izlerken zevk aldığımı söylemeliyim. Ayrıca izleyiciyi bu kadar fikir ayrılığına sokarken aynı zamanda bu kadar başarılı olabilen bir dizi olması da dikkat çekici. Akıcı olan ve çerez niyetine aradan izleyebileceğiniz güzel bir dizi olarak size bu anne-kızın macera dolu hikayesini önerebilirim.