Ceren Ceylan

Nazım Hikmet'i hakkıyla anlatabilmek elbette ki zor. Ancak daha zoru Nazım Hikmet'i anlayabilmek. Nazım'ı anlayabilmek için daha iki aylık bebeğini bırakıp sürgüne gitmiş olmak gerekir. Memleket hasretiyle ömrünün yarısını parmaklıklar ardında geçirmek gerekir. Hatta hem vatan haini ilan edilip hem de barış ödülü almak gerekir.

Nazım'ın şiirlerini okuruz, "Vay arkadaş!" deriz. Gel gör ki anlayamayız onu tam anlamıyla. Herkes kendine bir parça çeker alır şiirlerden ancak kimse bilemez Nazım'ın hikmetini. Yazdığı şiirler sebebiyle hapse girmeyi bırakın, şiirlerini okuyanların bile hapsedildiği bir hayat şaire en büyük ceza değil de nedir?

Sürgün yıllarında "Sen şimdi yalnız saçımın akında, infarktında yüreğimin, alnımın çizgilerindesin memleketim! Memleketim, memleketim..." diye sızlatırken kalemini tahmin eder miydi bir gün okullarda ders diye okutulacağını? Hasretiyle yanıp tutuştuğu vatanının vatandaşlığından çıkarılırken bilseydi öldükten yaklaşık 50 sene sonra vatandaşlığını geri alacağını, bir nebze daha rahat gider miydi ölüme?

Nazım Hikmet gibi şairlerin alın yazısıdır, öldükten yıllar sonra kıymeti anlaşılması. Sürgünde geçen bir ömür varsa bilinmelidir ki o şairin her cümlesinden çıkarılacak çok şey vardır.

"ben, bir insan Türk şairi komünist Nâzım Hikmet 

ben, tepeden tırnağa iman, tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben."

Nazım Hikmet, Tepeden Tırnağa İnsan

Nazım olma yolunda

20 Kasım 1901'de Selanik'te doğdu Nazım Hikmet Ran. Kimlikte doğum tarihi 15 Ocak 1902 çünkü ailesi 40 gün için büyük gözükmesini istemedi. Adını babası Hikmet Bey ve dedesi Nazım Paşa'dan aldı. Annesi ise Ayşe Celile Hanımdı. Oldukça eğitimli ve aydın bir ailenin çocuğuydu Nazım. Zira annesi Celile Hanım Fransızca bilen, şiir yazan ve resim yapan donanımlı bir kadın.

Nazım'ın teyzesi Münevver Hanım ise yazar Oktay Rıfat'ın annesi. Yani Oktay Rıfat ve Nazım hikmet teyze oğulları. Dedesi Nazım Paşa ise şair ve özgürlükçü olmasının yanında Mevlevi tarikatından. Birçok şehirde valilik yapmasının yanında Selanik'in de son valisi. Babası Hikmet Bey ise Nazım çocukken memurluğu bırakıyor ve o zamanlar Halep'te vali olan Nazım Paşa'nın yanına yerleşiyor tüm aile. Ne yazık ki burada da dikiş tutturamıyor ve hayatlarına İstanbul'da devam ediyorlar.

Ailesinin hikayesi Nazım'ın Nazım Hikmet olması yolunda büyük bir parçayı oluşturdu elbette. Zira Nazım'ın çocukluğu Osmanlı'nın yıkılma ve Cumhuriyet ilanı ile geçti. Ailesinin de devlet işleri ile içli dışlı olduğunu düşünürsek, Nazım'ın memleket kaygısı çok doğaldı. Daha 12 yaşında ilk şiirini yazmıştı. Bu şiiri bir aile toplantısında bahriye nazırına okuyunca Nazım'ın yolu Bahriye Mektebi ile kesişmiş oldu. Bu eğitimi çok da iyi tamamladığı söylenemez zira Nazım'ın aklı da fikri de zikri de şiirdi. Nazım, zeki ama orta derecede çalışkan ve çok sinirli bir öğrenciydi.

Okul bittikten sonra Hamidiye gemisinde güverte stajyer subay olarak başladı. Ancak zaten daha önce de geçirmiş olduğu akciğer zarı iltihaplanması yaşadığı için 4 aylık tedavi gördü. Tedavi bittiğinde göreve dönemeyecek dendi ve Nazım çürüğe çıkarıldı. Ne gariptir ki, daha sonradan ortaya çıkan kayıtlarda Nazım'ın adı kaydı silinen öğrenciler arasındaydı. Zaten raporunda da aşırıya kaçan hareketler ve aykırılık gibi kelimeler vardı. Nazım daha gençliğinin baharında dışlanmaya başlamıştı.

İkimiz de biliyoruz, sevgilim
öğrettiler:
aç kalmayı, üşümeyi,
yorgunluğu ölesiye
ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

Nazım ve komünizm

Mesele Nazım'ın vatan sevgisi ise, o zaten henüz 19 yaşındayken ailesinden habersiz Milli Mücadeleye destek için evden kaçmıştı. Anadolu'da cepheye gönderilmeyi beklediği aylarda Bolu'da öğretmenlik yapmaya başladı. 8-9 ay sonra Moskova'da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde Siyasal Bilimler ve İktisat okudu. Böylece komünizm ile tanışıp Rus şairlerden esinlenmesi sonucu şiir tarzını değiştirdi.

1924'de Türkiye'ye dönüp Aydınlık Dergisinde yazmaya başlıyor. Moskova'da olduğu yıllarda Türkiye'de Cumhuriyet ilan edildi. Vatanında bir sene bile kalamadan şiirleri ve yazıları nedeniyle 15 yıl hapis cezası aldı. Ve Moskova'ya geri döndü. 1928'de af çıktı ve Nazım vatanına geri döndü. Ancak daha memleket havasını doya doya soluyamadan tekrar hapse girdi. Kısa sürede çıksa da maddi durum yetersizliği onu günden güne daha da zorluyordu.

Nazım, 1933-1937 yılları arasında yeniden tutuklu kaldı. Tam bitti derken asıl hikayenin yeni başladığından habersizdi. Zira suçsuz olduğu çok sonra anlaşılan bir kumpasa kurban gitti Nazım Hikmet. Orduyu ve donanmayı isyana teşvik suçlamasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Oysa o, Kurtuluş Savaşı için en güzel destanlardan birini dökmüştü yüreğinden kalemine. Ancak çoktan cezası verilmişti. Ya haksız yere aldığı bu cezayı çekecekti ya da oradan çıkmanın bir yolunu bulacaktı. Çareyi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e mektup yazmakta buldu.

Seviyorum seni

denizi uçakla ilk defa geçer gibi.

İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık

içimde kımıldanan bir şeyler gibi,

Seviyorum seni

‘Yaşıyoruz çok şükür!’ der gibi.”

Nazım Hikmet, Seviyorum Seni

Atatürk'e mektup ve açlık grevi

“Türk Ordusunu ‘isyana teşvik’ ettiğim iddiasıyla 15 yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk Donanmasını ‘isyana’ teşvik etmekle töhmetlendiriliyorum. Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim... Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki bunu bir an olsun düşünebileyim. Askeri isyana teşvik etmedim. Senin eserine ve sana, aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilebilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu ‘inkılap askerini isyana teşvik’ damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.”

18 Ağustos 1938, Nazım Hikmet'in Atatürk'e mektubu

Ne yazık ki Atatürk, bu mektubu okuyamadan 10 Kasım 1938'de hayata veda etti. Bu mektup ise tozlu raflarda senelerce bekledi. Atatürk ve Nazım'ın birbirlerini çok sevdiği söylenir ancak bu bir yanılgıdan ibarettir. Zira Nazım'ın Atatürk'ü ağır eleştirdiği şiirleri bu mektuptan da önce vardı.

Tam 13 sene aralıksız Ankara, Çankırı, İstanbul ve Bursa Cezaevlerinde kaldı Nazım Hikmet. Yazıları ne kadar 30-40 dile çevrildi ancak 1938-1968 yılları arasında Türkiye'de şiirleri yasaktı. Ne hikmettir ki, kendi şiirlerini okudukları için ceza alanlarla aynı koğuşta bile kaldı. Nazım'ın dışarı çıkması büyük bir açlık grevi ile oldu. Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi sonucu dışarıda sevenleri ve ünlü şairler, içeride ise Nazım uzun bir süre grev yaptılar. Bu grevde Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat Horozcu gibi isimler de vardı. Grev sonucunda Nazım Hikmet, 15 Temmuz 1950'de serbest kaldı.

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Türk vatandaşlığından kovulma

Tüm bunlar yaşanırken Nazım'ın hayatına birçok kadın da girdi elbette. Birçok kez aşık oldu ve üç de evlilik yaptı. Hatta Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın yeğenine göre Nazım, Mavi Gözlü Dev adlı şiirini Piraye'ye değil, Latife Hanıma yazmıştı. Münevver Hanımla evlenen Nazım'ın bir oğlu oldu. Adını Mehmet koyduğu bu oğlan ise tüm ömrü boyunca Nazım'ın en büyük hasretiydi.

46 yaşında yasal hüküm olmamasına rağmen askere çağırıldı Nazım. Ancak kalp hastası olan ve ömrü cezaevlerinde geçmiş biri için bu ölüm fermanı demekti. Bunun tuzak olduğunu anladı ve eşi Münevver Hanım ve oğlu Mehmet'i henüz 2 aylıkken bırakıp Moskova'ya kaçtı. Hasretinden saçlarını beyazlattığı ülkesinden kaçıp gittiği Moskova'da onu öyle bir kalabalık karşıladı ki buna kendisi de çok şaşırdı. Hınca hınç dolu bir salonda konuşma yaptı.

25 Temmuz 1951'de Adnan Menderes hükümeti zamanında vatan haini ilan edilip Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Moskova'dan da vatandaşlık alamayınca anne tarafından dedelerinin kütüğüne geçip Polonya vatandaşı oldu. Artık adı Nazım Hikmet Borzecki'ydi. Daha sonra hayatının aşkı olan Vera ile tanışıp Moskova'ya döndü. Bulgaristan, Macaristan, Mısır gibi birçok yeri gezip konferanslar verdi.

Mehmet, ben dilimden, türkülerimden, tuzumdan ekmeğimden uzakta anana hasret, sana hasret.. Yoldaşlarıma halkıma hasret öleceğim. Ama sürgünde değil, gurbet elde değil öleceğim rüyalarımın memleketinde. Beyaz şehrinde en güzel günlerimin.

Nazım Hikmet, oğlu Mehmet'e yazdığı son mektup

Nazım Hikmet vasiyetinde Anadolu'nun bir köyüne gömülmek istedi. Başında da bir çınar ağacı istiyordu. 3 Haziran 1963'de sabah gazetesini almak için indiği merdivende eğildi gazeteyi almak için lakin bir daha kalkamadı. Her şeye dayandı da kalbi, o sabah o gazeteyi yerden alırken duruverdi.

Sovyet Yazarlar Birliği salonunda yapılan büyük bir törenle uğurlandı. Vasiyetinde istediği gibi olmasa da Moskova'da kahramanlar mezarına gömüldü. Mezarın başında meşhur şiiri Rüzgara Karşı Yürüyen Adam figürü vardı. Kalbinde memleket hasretiyle, memleket rüzgarı onu nereye sürüklerse orda yaşadı Nazım.

Ölümünden sonra

Yazık ki, şiirleri yaşarken değil ölümünden bir yıl sonra ülkesinde serbest hale geldi. 2009 yılında Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığından çıkarılanların yeniden değerlendirilmesi kapsamında vatandaşlığını geri kazandı. Sular duruldu, dalgalar ve rüzgarlar durdu. Ancak insanoğlu onun için ne yaptığınızı siz yapmayı bırakana kadar anlamaz.

Söz gelimi ok yaydan, söz ağızdan çıktı ama fark etmesi çok uzun sürdü. Son sözü Nazım Hikmet şiirine güzel yorumuyla Cem Karaca söylesin.

https://www.youtube.com/watch?v=a0YwJK-e2aY