1942 yılında Amerika’da ‘mecburen’ yaşamaya başlayan bir pilot, tutkunu olduğu uçuşların birisinde geçirdiği bir kaza sebebiyle derin bir hüznün içine sürüklenir. Hüznü kocamandır. Bir müddet düşünür. Oturduğu masadaki sigara tablasında ondan fazla izmarit vardır ve o düşünmeye devam eder. Başka bir sigara yakar. Düşünür düşünür. Sonra düşünmekten delirmemek için bir çözüm bulmaya karar verir. Masanın kenarındaki çekmeceyi çeker. İçinden bir kalem çıkarır. Yan tarafta duran kağıda bir iki karalama yapar. Kalem yazıyordur. Kağıdın arkasını çevirir bir elinde sigarası diğer elinde kalemi başlar anlatmaya. Küçük Prens ve Sahra Çölü'nü anlatmaya...
Bir karakter var etmek ister. Ya da yaşadığı kazayı dillendirmek yerine kağıda dökmek… Çünkü etrafındaki yetişkinler anlatsa da anlamayacaktır onu. Belki yazarsa okuyan çocuklar ya da çocuk ruhlu olanlar anlayabilir hikayesini. Önce Sahra Çölünün ortasına düşen uçağından bahseder. 'Zor bir gündü.' diye düşünüp hafifçe gülümser. Anlatmak istediği tam da budur işte: Kendisi ve biraz da hayal dünyasının yansıması bir dostluk…
Yazar, siler. Yazar ve siler. Tam 1000 sayfa yazar ve sonra siler, siler, siler… 1000 sayfalık öyküsünü sile sile 107 sayfaya düşürür.
Mükemmelliğe yazıya eklenecek hiçbir şey kalmadığında değil, yazıdan çıkarılacak hiçbir şey kalmadığında ulaşılır.
Antoine de Saint Exupéry
6 Haziran 1943’te ise onu anlayacak insanlara, sözde çocuklara ama en çok da içindeki çocukla yaşamayı öğrenmiş yetişkinlere teslim eder. Onu anlayacak 200 milyon insanın varlığından habersizce…
Bu yazı Küçük Prens ve içindeki çocuğu büyütmek yerine onunla yaşamayı öğrenmiş Antoine de Saint-Exupery üzerine...

İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir.
Güneş kralı
19 Haziran 1900 tarihinde “Astroit B-612’den” bilmem kaç ışık yılı uzaklıkta (sayılarla pek aram yoktur, zaten sayılarla sadece yetişkinler ilgilenir) dünya denen gezegende bir bebek doğar. İsmi Antoine de Saint Exupéry’dir. Ama biz ona kısaca Antoine diyeceğiz.
Annesi Marie Boyer de Fonscolombe babası ise Jean de Saint-Exupéry olan bu minik evin üçüncü çocuğudur. Annesi ve babası ‘sevginin’ getirdiği bir bağ ve sorumlulukla bağlıdır birbirlerine. Antoine bu sevgiyi anca dört yaşına kadar görebilir. Çünkü dört yaşındayken babası Jean vefat eder. Çok zengin olmamalarının yanında babasının ölümüyle orta halli yaşamları maddi açıdan çok etkilenmez çünkü annesi Marie akıllı ve tutumlu bir kadındır. İçindeki acı onu derin bir hüzne boğsa da bakması gereken beş çocuğu vardır. Akıllı ve tutumlu tarafının yanı sıra bilgi birikimi ve farkındalığı yüksektir.
Çocuklarının eğitiminin önemli olduğunun da bilincindedir. Bu nedenle beş çocuğuna en başta evde bir eğitim vermeye başlar. Devamında ise okula gitmeleri için var gücüyle çabalar.
Bu sırada yaşadıkları yer sıklıkla değişmektedir. Antoine’in bir teyzelerinde bir anneannesinde, dayılarında konar geçer sürdüğü yaşam onun bir sürü arkadaş edinmesine sebep oluyordu. Ama bu arkadaşlar maalesef kalıcı olmuyordu. O da kardeşleriyle arkadaşlığını devam ettiriyordu. Hatta bu arkadaşlık ona 'Güneş Kralı' denmesine neden oluyordu. Bir yandan da haylaz bir öğrencilik hayatı geçiriyordu.
Sanatın içine doğan Antoine büyükbabasının bir bestekar olması neticesinde keman çalmaya başladı. Sanata ilk adımını bu şekilde atan miniğimizin asıl tutkusu bambaşkaydı ama Astroit B-612’den hala bihaber yaşasa da gökyüzünde onu kendine çeken bir şeyler vardı. Mavi gök, bulutlar arta kalan her şeyden daha güzel ve ilgi çekici geliyordu.

Küçük Prens - Baobablar
"Elindeki küreği daha derine indirdi. Biraz uzun sarı saçları alnına dökülüp görmesini güçleştiriyordu. Ama bunu önemsemedi. Çünkü işini yapması gerekiyordu. Şu an minicik görünen bu baobablar eğer onları sökmezse devasa bir hal alacak ve zaten kendine zor yeten gezegeninde kocaman yer kaplayacaktı. Bunu göze alamazdı. Baobablar başta önemsenmezse; sonradan önemsenebilecek bu konumda olmazlardı. Çünkü çok büyüklerdi. Büyük ve etkileyicilerdi."

Güneş kralı ve gökyüzü
Gökyüzüne özlemi çok küçük yaşlardan başlayan Antonie 12 yaşında ikna ettiği bir pilotla ilk uçuşunu gerçekleştirir. Yer yüzünden izlediği gökyüzü şimdi tam yanı başında gözlerinin önündedir. Bunu annesine söyleyip söylemediği bilinmez ama bu uçuştan sonra kesin kararını verir. O da pilot olacaktır. Böylece en sevdiği yer olan gökyüzünden yer yüzüne inmek zorunda kalmayacaktır.
Bunun için çalışmaya başlar. Zaten gittiği bir okul vardır. Ancak bu gittiği okulda çok da başarılı bir öğrenci olduğu söylenemez. Liseyi bitirir. Ancak içindeki uçma arzusu asla bitmez. Bunun yanında kendisi için çırpınan annesi de oğlunun pilot olmasını istemez. Bu Antoine’in şevkini kırar ve annesinin isteği üzerine ‘bahriye’ için çalışmaya başlar. Annesi onu denizin mavisine emanet etmek ister. Göktekine değil…
Ne var ki sınavda annesini mutlu edebileceği bir başarı gösteremez ve mimarlık okumaya başlar. 19 yaşından 21 yaşına kadar mimarlık eğitimine devam eder. Ancak 21 yaşındayken eğitimine ara verir ve vatani görevi için askere gider. 1. Dünya Savaşı’ı bitmiştir ve Antoine yaşından dolayı savaşa katılamaz. Ancak askerlik için Strasbourg Havacılık Alayı’na katılır. Ona göre bir taşta iki kuştur bu. Çünkü hem havacılık eğitimi alacak hem de askerlik görevini yerine getirmiş olacaktır.
18 Haziran 1921’de gözünü diktiği gökyüzüne eğitmeniyle çıkar. 9 Temmuz 1921’de ise o maviliğe tek başına çıkmanın hazzını yaşar. Gökyüzü onun evidir ve o evine artık aldığı eğitimlerle ulaşabilmektedir.

Küçük Prens - Yanardağlar
Elinde süpürgesiyle az önce yanından geçtiği boyu kendisinden de küçük yanardağa yanaştı. Yanardağın külleri saçılmıştı etrafa. Titizlikle ve sakinlikle süpürmeye başladı külleri. Az sonra diğerine geçecekti. Onun da etrafına saçılmış biraz kül vardı. Ama o kadar küçüktü ki yanardağlar püskürttükleri alevler kimseye zarar vermiyordu. Lavlar da kolayca süpürülüyordu.
İşinden hiçbir zaman şikayet etmezdi. Bu gezegeni temizlemek onun işiydi. O bu gezegene aitti. Ait olduğu yere yaptığı şeyler şikayet edilebilir değildi.

Güneş kralı ve mutluluk
Evinde olmadığı zamanlarda yer yüzünde diğer hayatını yaşıyordu Antoine. Nişanlanmıştı ve nişanlısı onun evine gitmesini istemiyordu. Çünkü Antoine’i çok seviyordu. Gökyüzünün Antoine’i ondan alacağını düşünüp duruyor ve o gökyüzündeyken içi içini yiyordu. 1923 senesinde Antoine Hava Kuvvetleri için başvuru yapacağı zaman ciddi bir rest çekti genç kadın. Ya kendisini ya da gökyüzünü seçmesi gerekiyordu.
Üstelik bu resti tek çeken kendisi değildi. Antoine’in annesi de aynı telkinlerde bulunuyordu oğluna. Sessizce istemeye istemeye kabul etti. Her iki kadını da kırmak istemiyordu çünkü. Ama zamanla içindeki tutkuya yenik düştü. İçindeki uçma tutkusu nişanlısına olan sevgiden daha büyük çıktı. Antoine ve Marie Louis de Leveque Vilmorin nişanı bozdu, ayrıldı.
Askeri pilotluk için lisans almış olsa da annesi hala aynı şeyleri söyleyip duruyordu Antoine’e. Bu yüzden yine uzak kaldı evinden. 1924 yılına kadar kendisini dizginleyebildi. Ama daha fazla dayanamayıp uçaklara, gökyüzüne geri döndü. Evindeydi. Onun için mutluluk buydu.

Küçük Prens - Gün batımları-
Önündeki uzamaya çalışan ota dikti gözlerini. Boaba olsaydı çoktan kopartıp atmıştı. Ama bu boabalar gibi değildi. En başında çok benziyordu. Zaten o yüzden az daha kazara koparıp atacaktı onu. Ama onu minicik bir farklılık durdurdu. Minicik bir renk ilişmişti gözüne. Dikkat kesildi. Oturup bekledi. Önünde büyümek için nazlı nazlı hareket eden şey bir boaba değildi. Boaba olsaydı çoktan koparıp atardı. Çünkü boabalar koparılmazsa sonrasında çok devasa ve etkileyici olabilirdi.
O esnada gün batımı çekti dikkatini. Sessizce izledi gün batımını. Bugün tam 24 tane gün batımı izlemişti. Biraz geri gitti. İşte bir tane daha; 25.yi izlemeye koyuldu.
Yanında ne olduğunu anlamadığı ot büyürken biraz ileri gitti. 26. Gün batımı şimdi başlayacaktı.
.jpg)
Güneş kralı ve aşk
Antoine gökyüzündeyken sadece sevdiği şeyi yaptığı için yükselmeye başlar. "Bu yetişkinler garipler." diye düşünür. Çünkü sevdiği şeyi yaptığı için onu sürekli başka bir mevkiiye yükseltiyorlardır. Sonunda bu mevkiler onu yaşadığı yerden Buenos Aires’e sürükler. Orada ikinci evini bulur. Üstelik gökyüzünde değil yeryüzünde. İsmi Consuelo Suncin’dir.
1931 senesinde Consuelo ile evlenir. Aşkı bulduğu bu kadınla aynı evin içinde çatışmalı bir hayat yaşasa da duyguları yine ağır basar. Kadının aşkı da çok büyük olduğu için ayrılmak yerine tartış-barış ilişkileri ısrarla devam eder.
En sonunda birbirlerine zarar verdiklerini kabul edip evleri ayırırlar. Ama bu kalpleri için geçerli değildir elbette. Hala delicesine aşıklardır birbirlerine. Ama Antoine için bu aşk ikinci plandadır. Çünkü o hala en çok gökyüzüne aşıktır.

Küçük Prens ve gülü
“Daha tam uyanmış değilim,” dedi. Taç yapraklarıyla kendisini mest eden güzelliğiyle. Hayranlıkla izledi onu. “Kusuruma bakmayın. Yapraklarımı bile iyice toparlayamadım daha.”
Küçük Prens onu çok beğendiğini gizleyemedi: “Ne kadar güzelsiniz!” “Yaa?” dedi çiçek tatlı bir sesle. “Güneş’le aynı anda doğduk da...”… iyiden iyiye etkilenmişti.
“Sanırım kahvaltı saatindeyiz,” dedi çiçek, “bana bir şeyler getirebilir misiniz?”
Şaşkına dönen Küçük Prens koşup bir ibrik taze su getirdi, çiçeği suladı.
Güzelliği karşısında hayran olmuştu. Bu bilmiş belki de kendini beğenmiş çiçek onunla bu gezegeni paylaşıyordu artık. Bu sevindirmişti küçüğü…

Güneş kralı ve Küçük Prens
30 Aralık 1935’te ilk aşkına koşar Antoine. Ancak bu uçuşta işler biraz ters gider. Sebebi bilinmez, uçağı Sahra Çölüne düşer.
--------
Yanardağın lavlarını büyük bir titizlikle süpürdü.
“Hoşça kal,” dedi çiçeğe. Çiçekte ses yok. “Hoşça kal,” dedi yine. Çiçek öksürdü. Ama nezle olduğundan değil.
Neden sonra: “Budalalık ettim,” dedi. “Bağışla beni. Mutlu olmaya çalış.” Sitemsiz konuşması şaşırtmıştı Küçük Prens’i. Elinde çiçeğin camdan evi, öylece kalıverdi. Bu tatlı uysallığın nedenini kavrayamamıştı. “Sevmez olur muyum seni,” dedi çiçek. “Sevgimi anlamadınsa suç bende. Hem ne önemi var. Ama sen de az alıklık etmedin. Hadi mutlu olmaya çalış. Şu fanus da kalsın. İstemiyorum artık.”
“Ya rüzgâr?” “O kadar da üşütmedim canım. Serin gece havası iyi gelir. Ne de olsa bir çiçeğim.”
“Ya hayvanlar?” “Kelebeklerle dostluk kurmak istediğime göre iki üç tırtılın kahrını çekeceğim elbet. Kelebeklerin güzel olduğu öteden beri söylenir. Zaten başka kim gelir yanıma? Sen uzakta olacaksın. Büyük hayvanlara gelince hiçbirinden korkmuyorum. Benim de pençelerim var.”
Bunu söylerken saf saf dört dikenini gösteriyordu. “Oyalanma artık. Bir kez koymuşsun aklına gitmeyi, çık git!”

Güneş kralı ve eve dönüş
Aylarca haber alınamaz Antoine’den. Ölüm haberleri, uçağının düşmesiyle ilgili tüm ihtimaller herkes tarafından konuşulur. Sonra bir gün çıkıp gelir. Üstelik gayet iyidir. Söylenenleri destekler nitelikte anlatır hikayesini. Uçağı Sahra Çölü'ne düşmüştür. İçinden sağ çıkmayı başardığı uçak perttir. Ama kendisi sapa sağlam insanların karşısındadır.
İnsanlar, onu önemseyen dostları mutludur. Çünkü aylar sonra karşılarında Antoine’i görüyorlardır. Sorarlar “Nasılsın?” Antoine kederlidir ama herkese ‘Yorgunum.’ der. 1936’ya kadar gökyüzünden uzakta bekler. Ancak bu bekleme hiç iyi gelmez Antoine’e. 1936 yılında yeni bir uçak alır ve bu uçakla da ufak bir kaza atlatır.
Sonrasında 2. Dünya savaşı patlak verir; güneş kralı savaş nedeniyle yaşadığı yerden Amerika’ya taşınır. Yaşından ötürü savaşa asker olarak katılamaz. Ancak Amerika’da keşif uçuşları için başvuruda bulunur. Çünkü evinden uzak kalmak içine sinmiyordur. Yaş engeline takılır.
1942’de kafası iki elinin arasında bir kitap yazmak için düşünmeye başlar. Sonra kendisini ağır hüzne boğan Sahra Çölü kazasını anlatmak için kollarını sıvar. Böyle ortaya çıkar ‘Küçük Prens’le kesiştiği yolun aslı astarı.
Araya soktuğu bazı tanıdıklar neticesinde 1943 yılında yeniden uçmaya başlar. Ufak tefek keşif uçuşlarıdır bunlar. 31 Temmuz 1944’te son uçuşuna çıkar. Hayatında sık sık yaşadığı şey yine gelir başına. Uçağı düşer ve bu sefer ortaya çıkıp hikayesini anlatacak kadar şanslı değildir. Ölümü evinde, uçağının içinde olur.
Küçük Prens ve son
Küçük Prens bir gülün en yakın dostudur. En yakın dostunu gezegeninde bırakıp 7 farklı gezegeni gezer. Yalnız olduğunu düşünüp yaptığı bu gezi sırasında yetişkinlerle karşılaşır sürekli. Son gezegen olan dünyada bir yılan, bir tilki, milyonlarca gülün olduğu bir tarla ve bir pilotla yolu kesişir.
Yılan ölümü, tilki dostluğu, pilot ise Antoine’i temsil etmektedir. Yıldızlarda bıraktığı gülünü düşünerek yıldızları seyrederken gülen Küçük Prens tilkiyi evcilleştirir. Tilki her başak tarlasını gördüğünde anımsar kendisini evcilleştiren dostunu.
"Yalnız evcilleştirdiği şeyleri tanıyabilirsin,” dedi tilki. “İnsanların tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkanlardan. Ama dost satan dükkanlar olmadığı için dostsuz kalıyorlar. Dost istiyorsan beni evcilleştir…"
‘Gülünü bunca önemli kılan, uğruna harcadığın zamandır.’ dedi Tilki, Küçük Prense. O zaman anladı; milyonlarca gülün arasından sıyrılan kendi gülüydü ve ona gitmeliydi. Çünkü tilki ona ‘Evcilleştirdiğin her şeyden sen sorumlusun. Gülünden sen sorumlusun…’ da demişti. Gülünden sorumluydu ve ona gitmesi gerekiyordu.
Bu yüzden onu gülüne götürebilecek olan yılana gider. Kitabın sonunda inkar edilse de Küçük Prens gülü uğruna kendini öldürür. Çünkü bedeni gülüne gitmesinde bir yüktür ona.
Çocuk kitabı dense de aslında çocuklara değil, içindeki çocukla yaşamayı öğrenmiş biz yetişkinlere yazılmıştır bu kitap.
İçinizdeki çocukla; sadece sayıları düşünen bir yetişkin değil, bir fili sindiren boa yılanını size gösterdiklerinde anlayabilen bir yetişkin olmanız dileğiyle… Unutmayın; yazarın da dediği gibi bütün koca adamlar bir zamanlar çocuktu. (gerçi aralarında bunu hatırlayanlara az rastlanır ya…)