Elif Beyza Özer

We <3 Kargala


Eserler ve yazarlardan sıklıkla bahsettiğim bu platformda, kitapların içeriklerinden çok yazarların hayatlarını anlatmaya çalıştım. Yazarlığa iten nedenler, yazmak için içlerindeki o alevin hayatlarındaki hangi olayların yansıması olduğu gibi… Ama bugün yazar gözünden değil okur gözünden bakacağım olaya. Yazmanın ötesinde yazılanı tüketme evresi, okuma…



Ben kendimi bildim bileli sürekli bir okuma hali içerisindeyim. Bu nedenle en iyi yaptığım iki şeyden birisi okumaktır. Okuduğum kitap niceliği yüksek, mükemmel bir okurum demiyorum elbette. Bir kitap kurdu değilim. Ancak kendimi bildim bileli okuyan bir insanım. Dergiler, gazeteler, romanlar, öyküler, şiirler… Bir otobüs durağında beklerken bile dikkatimi çeken her yazıyı okurum. Bu yüzden aslında okumak ve ‘okuma kültürü’ üzerine bir şeyler yazabililirim sanırım. Özellikle son günlerde ‘pek çok’ okuru ayıran bir konu üzerine hem de. Okumak ama neyi okumak?






Okumak, ama neyi?



Tüketim çağının derin dönemlerini yaşadığımız günlerde her sektörde olduğu gibi ‘kitap’ sektörü de ‘yenilenme’ furyasından katılmış durumda. Buna olanak sağlayan platformlar sayesinde insanlar yazdıklarını okura sunabilmekte ve sunduklarına karşılık bir reaksiyon alabilmekte. Popüler kültür dediğimiz, bizlere hızla ‘tüketebilme’ olanağı sunan ve ciddi kitleleri etkileyen durum yazın dünyasında da karşımıza çıkmakta. Kitap okuyan ve bununla geçimini sağlayabilen kişilerin de aralarında bulunduğu okur kitlesi bölünmüş durumda; popüler kültür kitaplarını savunanlar ve bu kitapların bir değeri olmadığını düşünüp klasikleri tercih edenler... Bu ayrımın tam ortasında bulunup aslında iki türü de benimseyen okurlar var aslında. Bir tarafa daha meyilli olsalar da her ikisine de hakim bir okur türü bu ortadakiler.



Peki kim haklı?



Gerçekten popüler kültürün ürünü ‘günümüz’ kitaplarını savunanlar mı yoksa bu kitapların niteliksiz olduğunu söyleyen ve okumaya değer bulmayan diğer okuyucular mı?



Bir tarafta asla eskimeyen hikayeleriyle, her okuduğunuzda kendinizden farklı bir parça bulabileceğiniz karakterlerle klasikleşmiş eserler; diğer tarafta okuması kolay ve anlaşılır diliyle, bazen kendi odanızda sizinle konuşur gibi öyküsünü anlatan üslubuyla, son birkaç senedir piyasada kendine yer edinen yazın ürünleri…






Klasik Eserler



Aslında kıyas yapılamayacak kadar bariz olan gerçekler var ortada. Hitap edilen yaş, okuyucu kitlesinin kalabalıklığı vs. ‘klasik’ eserleri çok ciddi bir farkla öne çıkarıyor. Modern klasikler dediğimiz tür de dahil olmak üzere tüm bu klasikleşmiş eserler, basitçe klasikleşmedi elbette. Dönemlerinde çok da dikkat çekmeyen bu romanlar, öyküler aslında çok sağlam temellere dayanan hikayeler anlatıyor. Yazardan her eser bir parça taşır elbette ama bu eserler yazarların bizzat yaşadıkları hayatlardan yola çıkarak kaleme alındığı için okuyucuya daha ‘gerçekçi’ geliyor. Kurmaca dünyasının otobiyografik romanlarının fazlalığı (her ne kadar direkt bu türün içine dahil olduğunu söyleyemesek de çoğu yazarın en bilindik kitaplarının ‘yazarın otobiyografik olarak isimlendirilebilecek eseri’ olarak tanımlanıyor) ya da kendi hayat hikayelerinin dışında yakın çevrelerindeki insanların yaşam öykülerinden ilham alarak yazdıkları eserlerin varlığı bizleri ‘gerçek’ bir hayat öyküsü okuduğumuz hissiyatıyla sarmalıyor. Bu yüzden bu eserler aslında her döneme ayak uydurabiliyor.



Ancak bu kadar fazla olumlu ve klasik eserleri ileriye taşıyabilecek madde olmasına rağmen, bazen dilin ağır olması bazen aslında anlayabilmek için o dönemi düşünme ‘zorluğu’ bu eserlerden okuyucuyu uzaklaştırıyor.






Günümüz Eserlerinin Varoluşu



Hepimiz çocukken okulda öğretmenlerimizin ‘zorlama’sıyla bazı eserleri okumak zorunda kalmışızdır değil mi? Klasik eserlerin birçoğu çocukluktan itibaren okumamız istenen eserler olduğu için aslında 7-8 yaşlarında anlayıp anlamadığımıza bakılmaksızın bize sunulan eserlerdi. Anlayamadığımız ve o zamanki yaşımız için biraz zor geliyordu çoğu okuyucuya. Sevenlerinin çokluğu yanında ‘okuma’ alışkanlığı kazanmak için ‘zorla’ okutulan bu eserlerin sevmeyenleri de çok. Hem ağır bir dille yazılmaları hem çoğunluğu tuğla kalınlığında olması hem de küçüklükten gelen o ‘zorlama’ işte bu kitaplardan uzaklaştırdı aslında pek çok insanı. Değil okuma alışkanlığı kazanmak, bazılarını okumaktan uzaklaştırdı. (Ki bence bu eserle ilgili değil sadece doğru zamanda okunmamalarıyla ilgili.)



İşte tam bu esnada, popüler kültürün dallanıp yavaş yavaş yazın dünyasına sızmasıyla ve bazı platformların gündeme gelerek ‘yayınlama’ kavramının bireye bırakılmasıyla tüketimi daha kolay olan eserler piyasaya çıkmaya başladı.






Popüler Kültür Yazınları



Çoğunlukla yeni nesle hitap eden bu eserler daha çok kurmaca dünyasında kendine yer edinmiş durumda. İllaki farklı türleri de kapsıyordur ancak kitlelere ulaşan en önemli türü ‘roman’. Özellikle bir platform üzerinden yazımına başlanan ve somut olarak bir kitap formatında basılmayan yazılar, hem ulaşım kolaylığı hem de anlaşılırlığı ile özellikle 2013 ve sonrasında piyasada kendisine ciddi bir pazar bulmuş vaziyette. Yineliyorum elbette büyük eserlerle kıyaslanamayacak bir konumda. Ama bu yazarların ulaştıkları insanların niceliklerine bakarsak göreceli başarıları da su götürmez bir gerçek. Kitapçılarda bilindik klasikler olması gereken yerde dururken bu kitapların ‘çok satanlar’ reyonunda bulunması da cabası. Durum bu vaziyetteyken haliyle insanlar bölünmüş durumda.



Klasik mi Popüler mi?



Popüler kültür eserlerinin bazılarını okumuş birisi olarak bu tartışmanın içerisinde benim bulunduğum konumu anlatacağım sizlere.



Dediğim gibi klasik kitaplar bilindik bir konfor alanının içerisi gibi. Anlatılan şeyler ‘kocaman kocaman’ maceralar sunmuyor bazen size. Ya da sunsa bile bu maceraları popüler kültür eserlerine kıyasla ‘ağır’ bir dille yaptığından dolayı siz o maceranın içine girebilmek için çabalamanız gerekiyor. İşte bu benim gözümde diğer kitapları minik bir adım öne taşıyor. Ama tabii ki bu yol uzun.



Anlatılan hikayelere baktığımızda popüler kültür eserlerinin hizmet ettiği tek bir konu var: Aşk! Üstelik çoğunluğu sağlıklı olamayacak kadar yüksek ve toksik aşklar. İlişkiler üzerine çıtır çerez çok fazla kitap yazıldığı ve alıcısı olması nedeniyle basıldığı için piyasa sahte, basit, toksik ilişkileri öven kitaplarla dolu. (Bu söylediklerim edebiyatımızda kendine yer edinmiş ya da dünya edebiyatında isimlerini sıklıkla duyduğumuz günümüz yazarları değil elbette) Biraz daha derinleştirirsek; kadın karakterlere korkunç davranan erkek karakterler, sorunlu ve sağlıksız aile ilişkileri, genelde problemli bir baba ya da bir başka alternatif çocuk yaşta kaybedilen ebeveynler… Liste bu şekilde uzuyor ama çoğu kitapta hikaye bu dinamiklerin üzerine şekilleniyor.



Farklı konuları bünyesinde barındırsalar da hikayenin sonunda “Şu anlatılan buna benziyor!” diyeceğimiz bir detay mutlaka karşımıza çıkıyor. İşte burada da klasik eserler birkaç adım ilerliyor ve şimdilik liderliği eline alıyor.






Popüler mi Klasik mi Peki?



Olumsuzlukların yanında elbette ‘normal’ diyebileceğimiz konuları kaleme alan yazarlar da mevcut. Alışılmışın dışında karakterler yerine daha bizden karakterleri yazan... Ya da ütopik/distopik yazmayı deneyen... Fantastik bir roman ortaya çıkarmak için çabalayan yazarlar…



Popüler kültürün en bariz örneklerinden birisi olarak ‘Harry Potter’ eserini düşünürsek ilk akla gelen popüler kültürün ötesinde bir dünya olduğunu anlayabiliriz aslında. Bu nedenle bizlere eğlenebileceğimiz alan yaratan bu kurmaca dünya yine tercih edebilecek bir tür oluyor.



Klasik eserler de ise yetkin bir kalemin varlığı söz konusu… Okuduğunuzda size sunulan şey sadece hikayesi anlatılmaya değer olan bir karakter değil. Bunun yanı sıra sizi alıp kraliyet ailesinin evine sokabiliyor; Rusya’nın soğuk sokaklarında ince kabanınızla cebinizde 3 kuruş para olmadan gezdirebiliyor; Fransa’nın o pis kokulu caddelerinde yüzünü ekşitebiliyor. Elbette bunu 2013 ve sonrasında yazılan gençlik kitapları da yapabiliyor ancak anlatmak istediğim betimleme gücü. Tolstoy’un kaleminden çıkan bir sokak tasfiriyle günümüz popüler romanı yazan yazarın tafsiri bir değildir. İşte klasikleri, klasik yapan bir başka madde de bu.






Sizce?..



Derlemeye çalışırsam, hayatın içinden olan yazılar okumak bence biz okuyucuları kendine daha çok çekiyor. Bunun yanı sıra tüketim çağının getirileriyle birlikte ‘hızlı’ olan her şey de cazip geliyor. Her iki kitap türü de raflarda kendine yer bulabiliyor. Ve belli bir kitleye hitap ediyor elbette. Ama klasikleri klasik yapan tüm geçen yıllara rağmen hala ‘tükenememiş’ olmaları bence. Bu da onları diğer kitaplarla bulunduğu ‘aynı’ kefeden alıp ‘Klasikler’ adı altında topluyor.



Okumanın yeri, zamanı, türü olmadığı için her iki türün de insan hayatında muhakkak bir noktaya parmak bastığını düşünüyorum. Ama buna rağmen valizimin içinde kalemine alışık olduğum tek bir popüler kültür yazarının tek bir kitabı varken ‘Klasikler’, ‘Modern Klasikler’ ve ‘Türk Edebiyatı Klasikleri’ başlıklarının altında kendin yer edinmiş kitaplardan 5-6 tane var.



Evet sevgili okur, okuma alışkanlığını bu tükettiğim kitaplarla sağladım. Ama okuma tadını klasiklerle aldım. Bunu belirterek bitiriyorum yazımı.



Peki sence sert-soft aşk hikayelerini ya da fantastik bir dünyanın gizemlerini konu alan popüler kültür eserleri mi yoksa her evin kütüphanesinden en az bir tane bulunan ve kasvetli Rus gecelerini; eski İstanbul sokaklarını ya da Anadolu’nun taşra hayatını anlatan klasik eserler mi?