Mayıs, en sevdiğim aylardandır. Hem kendi doğum günü kutlamalarımla hem de sevdiklerimin doğum günü kutlamalarıyla geçer. Havalar güzelleşir. Açık hava gezilerim çoğalır. İçim kıpır kıpır olur. Umuttur mayıs ayı benim için, enerjidir. Açık hava film gösterimidir. Eğlenceli konser akşamlarıdır. Yeni fidelerin dikilme zamanıdır. Akşamları oğlumla ve arkadaşlarıyla yaptığım futbol maçlarıdır. Kimileri için yeni aşklardır. Kimileri içinse yaz tatili planı. Ama birileri var ki onlar, 1972’den beri her mayısta aynı gerçekle yüzleşip aynı acıyı yaşıyorlar. Belki de onlar, baharın gelmesine sevinemiyorlar. Her 6 Mayıs'ta aynı yokluk yüzlerine çarpıyor. Üstelik elli yıldır hala neden bu acıyı yaşadıklarına bir cevap bulamıyorlar. Biri “Deniz” koymuş adını, biri “Yusuf”, biri de “Hüseyin”… Ne fark eder ki Deniz, Sinan, Ulaş ya da İbrahim? Ne fark eder ki siyasi görüşü, duruşu? Hepsi bir annenin çocuğu değil mi? Ne olursa olsun ölmeyi hak eder mi?
Karşıyaka Mezarlığı
Siyasi anlamda farklı görüşleri barındıran ama her durumda birbirine saygı duyan bir ailede yetiştim ben. Bütün hayatını devrime adamış bir amca; sosyoloji ve ilahiyatı bir arada okumuş bir baba…Cezaevi kapıları, korkuyla beklenen idam haberleri, iltica, görüşülemeyen yıllar, sivil polisler, fişlenmeler, mektuplaşmalar, işkencelerden hatıra kalan hastalıklar ve ölümler… Dizi tadında yaşanan hayatların akıl almaz gerçekliği…İşte ben bu ve buna benzer hayatları sindirebilmek için, insanlığın ne demek olduğunu unutmamak için, inandığım değerleri yeniden hatırlamak için mümkün olan her 6 Mayıs’ta Karşıyaka Mezarlığı’na gidiyorum. Oğlunun adını Deniz koyan Mukaddes Hanım’ı oğlunun mezarının başında gördüğüm günden beriyse tüm insanlık adına utanıp acı çekiyorum.
Hiç merak ettiniz mi bu çocukların siyaset dışında ne yaşadığını? Mesela hangi takımı tutarlardı? En sevdikleri yemek neydi? Sevgilileri var mıydı? Sadece bir “insan” olarak değerlendirdiniz mi hiç? Annelerine sevgilerini nasıl gösterirlerdi? Babalarıyla didişirler miydi? Mayıs aylarında aşık olurlar mıydı mesela? Deniz Gezmiş’in bir oğlu olsa adını ne koyardı ya da kardeşinin ne olmasını isterdi?

Bu gün yine Emek Gençliği’nden, Fikir Kulüpleri Federasyonu’ndan, Halk Evleri’nden Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i anmaya gelen binlerce insanın arasından geçip onların mezarlarına ulaştım. Şu anda bir yerlerde oğluna kavuştuğunu düşündüğüm Mukaddes Gezmiş’i ilk gördüğüm günü düşündüm. Kendi oğlumu düşündüm sonra. Ama kendimi o annenin yerine koyamadım. Siz koyabilir misiniz?
Kimilerinin yoluna baş koyduğu, kimilerinin çocuklarında isimlerini yaşattığı, kimilerinin vatan haini ilan ettiği bu çocuklar normal birer insandı. Hepimiz gibi hayalleri, heyecanları ve korkuları vardı. Bu hayatları merak ederseniz ya da bir şans vermek isterseniz diye 1972’den bugüne Deniz ve arkadaşlarıyla ilgili yazılmış en iyi üç kitaptan bahsetmek istiyorum size: Darağacında Üç Fidan, Gülünün Solduğu Akşam ve Abim Deniz.

Darağacında Üç Fidan
Nihat Behram tarafından 1976 yılında yazılan bu kitap bir belgesel-anlatı. Kısa sürede çok sayıda baskıya ulaşan kitap aynı yıl yasaklanmış, yasaklandıktan tam yirmi iki yıl sonra ancak yeniden piyasaya çıkarılabilmiş. 68 kuşağını, 12 Mart karanlığını, Deniz ve arkadaşlarının yaşadıklarını anlatan en güzel kitaplardan. Dili oldukça içten ve bir o kadar korkusuz. O zamanda böyle belge niteliğinde bir kitabı yazma cesaretini gösterdiği için Nihat Behram’a saygım sonsuz. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hayatına nereden başlamalıyım diye düşünüyorsanız bu kitabı liste başına almalısınız.
Gülünün Solduğu Akşam
Can Yayınları’nın kurucusu Erdal Öz tarafından 1986 yılında yazılan bu kitap birinci ağızdan yazılmış sayılabilir. Çünkü Ankara Mamak Cezaevi’nde Deniz Gezmiş’le aynı dönemde kalan yazar, bir kısmı gizli bir kısmı izinli olan görüşmelerini bu kitapta derlemiş. Deniz’in kendini en güzel ifade ettiği kitap da denebilir. Erdal Öz yorumuyla Deniz’i anlamak da oldukça etkileyici. Öyle ki gerçek olduğunu bilmeseniz, inanılmaz bir roman olduğunu düşünebilirsiniz. Öyle bir yorum ve maalesef öyle bir hayat…
Abim Deniz
Abim Deniz, 2014 yılında Can Dündar tarafından yazılıp piyasaya çıkmadan önce oldukça ses getirmişti. Daha önce yayınlanmamış fotoğraflar ve Deniz Gezmiş’in kardeşi Hamdi Gezmiş’in anılarıyla dolu bir derleme. Sanki bir anı defteri okuyormuş gibi hissediyorsunuz. Mesela ben hala kitaba dokunurken bile etkileniyorum. Bu gerçeklik beni sarsıyor. Ölümü bekleyen çocuklar, çocuklarının ölümünü bekleyen anne ve babalar, bu inanılması güç idam kararlarına alkış tutanlar… Bugün olsa ne yapardım diye düşünürken bugün olanlara ne yapabildiğim gerçeğiyle yüzleşmek de ayrıca can sıkıcı. Ama ne olursa olsun her insan bu gerçekle yüzleşmeli diye düşünüyorum.
Bence fırsat bulursanız bir 6 Mayıs günü Karşıyaka Mezarlığı’na gidin. Bir sabah Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni ziyaret edin. Bahsettiğim kitapları okuyun. Bir de “Hatırla Sevgili” izleyebilirsiniz mesela. Belki Mukaddes Anne’nin yerine kendinizi koymayı başarabilirsiniz. Ben henüz yapamadım…
(“Deniz Koydum Adını” Metin-Kemal Kahraman tarafından yazılmış, bestelenmiş ve söylenmiş oldukça duygulu bir şarkı. Bu da tavsiyeler arasında.)