Kusursuz planlanan bir cinayeti işlemek mümkün müdür? Ya da o cinayetin kusursuzluğunu kurgulayacak kişi olmak… Soğukkanlılıkla bir silahı eline alıp, o mükemmel cinayeti planlayıp sonra icraata geçmek…Yakalanmamak… Dahası yakalansan bile herkesin elini kolunu bağlayıp sana dokunulmasını engellemek… Nefes alıp veren bir insan bunu yapabilir mi gerçekten? Cinayet silahını ve planını doğru seçerse; evet! Rekorlar kitabına giren, yaptıkları sayesinde İngiltere’nin üst kesimlerinden "Dame" unvanını alan, kimseye zararı dokunmayan bir katilin yaptığı gibi üstelik… "Suçun Kraliçesi" denecek kadar kendini kamufle edebilmiş bir katilden bahsediyorum. Küçük gri hücrelerinizi çalıştırın. Çünkü bu okuyacağınız, usta yazar Agatha Christie ve dolu dolu yaşadığı hayatı!
… tuhaf, küçük bir komedi.
Doğu Ekspresinde Cinayet
Agatha’nın doğumu
15 Eylül 1890 tarihinde Frederick Allan Miller ve Clara Miller çiftinin bir çocuğu olur. İsmi kayıtlara (o zaman için) Agatha Mary Clarissa Miller olarak geçer. Agatha Christie, çiftin üç çocuğundan en küçüğüdür. İlerleyen süreçte bu "küçük çocuk olma" durumu onu bir yalnızlığın içine sürükleyecektir.
Agatha’nın hayata gözlerini açtığı ev, dönemin orta-yüksek gelirli sayılabilecek bir evidir. Babası Frederick’in durumu iyidir ve ailesine, çocuklarına bağlı bir adamdır. Clara’nın da Frederick’ten arta kalır tarafı yoktur.
Dönemin İngiltere'sine baktığımız zaman ise kız çocuklarının eğitim almasıyla ilgili bazı çağ dışı yaklaşımlar karşımıza çıkmaktadır. Ancak Agatha Christie annesinin cesaretlendirmesiyle eğitimine kendi evinde başlar ve önce aritmetik dersleri alır; devamında piyano ve mandolin eğitimine başlar.
1901 senesinde Frederick Miller’ın ölmesiyle Clara ve üç çocuğu zorlu bir ekonomik krizin içine düşerler. Babasının ölümünün üzerine annesi ve iki kardeşiyle yaşamaya başlayan 11 yaşındaki Agatha yalnızlığın pençesine sürüklenir.
“İnsan bazen böyle duygulara kapılır,” dedi. “Kendini yeryüzünde yalnızmış gibi hisseder.”
İşte bu dönemde yazmayla ilgili ufak tefek adımlar atmaya başlar. Annesi Clara kızını bu konuda daima destekler. 16 yaşındayken şan eğitimi almak üzere Fransa’nın başkenti Paris’e gönderilir. Ancak müzik eğitiminin kendisine göre olmadığını kabullenip gerisin geri İngiltere’ye döner. Bu dönemden itibaren kendisini etkileyen polisiye yazarlarını okumaya başlar. Etkilendiği ilk isim dünyaca ünlü dedektif Sherlock Holmes’ün yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle’dir. Okuduğu eserlerin portföyü genişledikçe işlenen suçları ya da cinayetleri kendine göre kurgulamaya, sonlarını daha çarpıcı şekilde değiştirmeye başlar. Yine annesinin destekleriyle yazmak konusunda yüreklenir. Bu süreçten sonra içindeki zekasına hayran bırakacak "katil" yavaş yavaş doğmaya başlar.
Bilgi güçtür.
Bayan McGinty’nin Ölümü
Bilginin gücüyle tanışma
1914 senesinde Agatha’nın yolu Kraliyet Kolordu Pilotu Archibold Christie ile kesişir ve aynı sene içinde evlenirler. Savaş nedeniyle Archi cepheye çağrılır ve Agatha da Torquay’daki Kızılhaç isimli hastanede -kimi kaynaklara göre hemşire olarak kimi kaynaklara göre de eczacı olarak- çalışmaya başlar. Bazı kaynaklarda da bu durum şöyle aktarılmaktadır. Kızılhaç Hastanesi’nde savaşın sonuna kadar askerlere yardımcı olmak için hemşire olarak çalışan Agatha, savaştan sonra eczacı olarak yetişir.

Her iki durumda da eczacılığa hakim olan Agatha zehirler hakkında kimsenin bilmediği şeyleri öğrenmeye başlar. Zehri panzehir olarak kullandığı eczacılıktan; zehri adam öldürmek için kullanacağı yazarlık sürecine kadar, çok fazla bitkisel kaynaklı zehir öğrenme fırsatı yakalar. Bu nedenle kusursuz katilimizin kaleme aldığı birçok cinayet, zehirlenme vakalarından oluşmaktadır.
Bilmenin gücünü arkasına alan Agatha Christie, 1915 ya da 1918 yılında ilk cinayeti için kollarını sıvar. Seçtiği cinayet silahı kimsenin ondan şüphelenmesine sebep olamayacak kadar görünmez ama namlunun ucundaki bir kurşun kadar delip geçicidir.
Her şeyin göründüğü gibi olduğuna inanmak budalalıktır.
On Kişiydiler
İlk cinayet -Ölüm Sessiz Geldi-
Agatha Christie ilk cinayetini 1915 ile 1918 yılları arasında yazar. Seçtiği cinayet silahı bir kalemdir ve bir kılıcı sollayacak kadar keskindir. Ona bu özelliği veren ise dahi katilimizin -ya da yazarımızın- zekasıdır. Bu romanla Hercule Poiriot edebiyat sahnesine ilk adımını atar. Ama bu ilk, sadece Hercule için değildir. Agatha’nın da ilk adımıdır.
The Mysterious Affair at Styles (Türkçe ismiyle ‘Ölüm Sessiz Geldi’) Agatha’nın yazdığı ilk romandır. Yumurta gibi yassı kafalı, Belçikalı, kendini beğenmiş, etrafına zeka pırıltıları saçan Hercule Poirot’un da ilk cinayet soruşturmasıdır. Poirot zamanla bir marka haline gelir. Yazarımızın en uzun soluklu kurgu karakteri olmayı başararak en az Sherlock kadar polisiye eserler dünyasında tanınmışlık konusunda zirveye oturur.
1920 yılına kadar gittiği birkaç yayın evi yeni yazarı ve ilk romanını reddedip durur. Bu nedenle bir buçuk yıl boyunca uğraşıp titizlikle şekillendirdiği bu cinayet romanını yayınlatmak için tam iki yıl beklemek zorunda kalır. 1920 yılında sonunda Bodley Head Yayınevi yeşil ışık yakar ve Ölüm Sessiz Geldi’yi yayımlar. Ancak Agatha bu eserden hiçbir gelir elde edemez. Keza yazarımızın eserlerinden gelir elde etme gibi bir derdi de yoktur. Agatha’ya göre yazmak sadece bir hobidir. Başarılı olması gerektiği konu yazmak değil "kocasına nitelikli bir eş" olmaktır. Aşkla bağlı olduğu kocasının yanında oradan oraya sürüklense de genel olarak mutlu bir hayat sürer. Agatha’nın bu evliliği hayatına iki önemli görevi yükler. Birisi aslında hep içinde bir yerlerde gömülü duran yazarlık diğeri ise 1919 yılında kızı Rosalind’i kucağına almasıyla birlikte gelen annelik…
Ne tuhaf! Her şey insanın kendi yaşamıyla ilgili olarak düşündüklerinden ne kadar farklı gelişiyor.
Agatha Christie, 1925 senesinde ünlü olmasının mihenk taşlarından biri olan kitabı üzerine çalışmaya başladığı sırada evliliğinin 11. senesinin içerisindedir. Agatha’nın yazar kimliği evliliğinin önüne hiçbir zaman geçmez. Archie ile aralarındaki tüm uyumsuzluklar savaştan sonra gün yüzüne çıkmaya başlasa da Agatha Archie’ye taparcasına aşıktır. Archie ise bu durumun içinde olmaktan hoşnuttur. Yeni bir cinayet üzerine düşünmeye başlayan "masum katilimizin" bu eseri hayatının dönüm noktalarından birisi olacaktır. Çünkü bu eserden (ya da cinayet silsilelerinden) sonra yazar kimliği tüm diğer sıfatlarının önüne geçecektir.
1926 yılının Nisan ayında birlikte yaşadığı ve kendisini daima destekleyen annesini kaybeden Agatha Christie, en ünlü cinayetlerinden birisini tamamlar. Clara’nın ölümünden 2 ay sonra haziran ayında Roger Ackroyd Cinayeti yayınlanır. Zor bir sürecin içinde olan Agatha, kitabının çıkmasına sevinemez çünkü annesini daha yeni kaybetmiştir. Ancak 1926 senesi Agatha için korkunç bir yıl olmaya devam edecektir.
Bu dünyadaki yaşamın en kötü tarafı insanın asla nereye gittiğini tam olarak bilemiyor olması.
Bilinmeyen Hedef
Kocaman bir sırrı içinde taşıyan 11 gün
3 Aralık 1926 tarihinde Archie Christie başka bir kadına aşık olduğunu açıklar. Evliliğindeki çatırdamalar zaten son derece yıpratır yazarımızı. Bu sadakatsiz tutum da bardağı taşıran son damla olur ve Agatha Christie adeta sırra kadem basar.
Ünlü yazardan ses soluk yoktur. Herkes bir şeyler konuşuyordur bu konu hakkında. Herkesin bir yorumu vardır. Kulaktan kulağa tüm fısıldaşmalar günün sonunda herkesin duyacağı yüksek sesli cümlelere dönüşmeye başlamıştır.
Zaten göl kenarında bulunan arabası, etrafa saçılan eşyaları herkesin kafasındaki o kaçınılmaz sona çıkarıyordur düşünceleri. O gölün serin sularında 36 yaşındaki genç ve ruhsuz bedeninin çıkmasını beklemeye başlamıştır herkes.

Ancak gerçekler pek de göründüğü gibi değildir. Agatha 14 Aralık 1926 tarihinde Yorkshire, Harrogate'deki Swan Hydropathic Hotel'de bir anda ortaya çıkar. Geçen 11 gün hakkında herkes soru sorup bir şeyleri merak ederken Agatha sessiz kalır. 11 günü hatırlamadığını söyleyerek üstünü örtmeye çalışır.
Kimileri bu esrarengiz 11 günü Agatha’nın sinir krizi geçirip bir hafıza kaybı yaşadığı şeklinde açıklarken kimileriyse bunun kocasını öldürmek için yaptığı planın parçası olduğunu ileri sürer. Ancak olayın sır perdesi asla aralanamaz. Kim bilir belki de dahi yazarımız böyle olmasını istediği içindir.
İnsan ümidini kesmemeli.
Noel’de Cinayet
Ele geçen yeni umutlar
Agatha Christie, 1928 yılında resmi olarak ilk eşinden boşanır. Böylece 11 yıl aşkla bağlı olduğu adamdan 3 yıllık sürüncemeli bir ayrılık dönemiyle yollarını ayırır. 1930 yılında Irak’a yaptığı bir seyahat esnasında arkeolog Max Mallowen ile tanışır ve aşık olur. Çok geçmeden kendisinde 15 yaş küçük bu adamla evlenen Christie’ye bu dönemde en çok 12 yaşındaki kızı Rosalind destek olur. Zaten aralarındaki ilişki de buradan sonra "anne-kız" değil de iki yakın dost ilişkisine dönüşmeye başlar.
Zaman bütün yaraları geçirir.
Cesetler Merdiveni
Eşiyle birlikte oldukça fazla ülke gezen ve kazı çalışmalarına katılan usta yazarımız, gözlemlerini bir deftere not ederek yazmaya devam eder. Her yeni cinayetini kurgularken bu gözlemleri elbette ona yardımcı olur. İleride kaleme alacağı cinayetlerin temelini oluşturmaya başlar. Zaten etkileyici olan romanlarında artık farklı ülkelerden izler görmek mümkündür ve anlatılan öyküler birçok tarihi gerçekle süslenmektedir. Bu da eserlerini çok daha evrensel ve etkileyici kılar. Özellikle de İstanbul’da Pera Palace Hotel’de konakladığı süreçte kaleme aldığı “Doğu Ekspresi’nde Cinayet” adlı romanı dikkatleri üzerine çekmektedir. Alışılmışın dışındaki kurguları, olay örgüleri ve ters köşeli sonlarıyla tüm kitapları bize Agatha Christie’nin ne denli parlak zekalı ve yaratıcı bir yazar olduğunu ispatlar.
1936’da yazdığı Murder in Mesopotaima (Mezapotamya Cinayeti) ve 1937’de yazdığı Death on theNile (Nil’de Ölüm) romanlarında bu temeli görmek mümkün.
Toplumun her sınıfında zaman zaman böyleleri çıkar. Etkileyici, cazip bir kişilik…
Örümcek Ağı
Etkileyici, cazip bir katil
Dahi katilimiz 1926 senesinden sonra kendini en iyi biçimde kitaplarında gösterir. Yazarlığı ve inanılmaz dehası artık tüm kimliklerininönündedir. Her ne kadar bunu bir hobi olarak yaptığını belirtse de başarısı yadsınacak bir noktada değildir. Yazarlığı gözünde küçük görüp bunu inatla hobi için yaptığını, bir kadının gerçek görevinin para kazanmak değil kadınlık yapmak olduğunu söyleyip dursa da eylemleri söylemlerinin çok dışındadır. Çünkü yarattığı karakterlerin başarısıyla o karakterleri okura sunmaya devam eder. Bu da başarının ihtişamını benimsediğini gösteren şeylerden sadece birisidir.
Şimdi anlıyorum ki, hiçbir sanatçı yalnızca sanatıyla yetinemez. Yadsıyamayacağı bir ihtirasın tutsağı olur: Ün!
On Kişiydiler
1930 senesine kadar cinayetlerini ağırlıklı olarak bir dedektife teslim eder: Hercule Poirot.
1930 senesinde kaleme aldığı yeni cinayetinde The Murder at the Vicarage (Ölüm Çığlığı) yeni bir dedektif var etmeye başlar. Yaşlı bir kadın olan amatör dedektif Miss Marple… Böylelikle diğer kitaplarında sıkça rastlayacağımız bir karakter daha edebiyat sahnesine giriş yapar.
Yeni bir başlangıç olan ikinci evliliğinin ardından yazarımız (ki bence hala katilimiz) en üretken döneminin içine girer. 66 dedektif romanının 57’sini bu süre zarfında yazar. Ayrıca 10 kısa öyküsünü de bu dönemde kaleme almıştır.
Katilimizin herkes tarafından bilinen cinayetleri yazım sırasıyla şu şekildedir. The Murder of Roger Ackroyd, The Murder at the Vicarage, Murder on the Orient Express, And Then There Were None...
Katilimiz ustalıkla kurguladığı tüm cinayetleri eline sadece kalemini alarak işler. Kelimelerle oynamaz. Açık bir şekilde tüm ipuçlarını insanlara sunar, katil gözümüzün önündedir ama ustalıkla gizlenmiştir. Cinayetlerini onları gerçekten çözebileceğini bildiği kişilere emanet eder. Kendi zekasıyla yarışabilecek kişiler yine kendi zekasının ürünleridir.
Yazma geçmişi sadece polisiye türünde değildir elbette. Bu konuyla ün sahibi olsa da "Mary Westmacott" takma ismiyle yazdığı 6 psikolojik romantizm kitabı da vardır. Ayrıca farklı senelerde kaleme aldığı sahne oyunları da vardır. Üstelik 1952 yılında kaleme aldığı "The Mousetrap" isimli oyun 2020 yılında pandemi tedbirleriyle tiyatroların kapatıldığı zamana kadar sahnelenen -en uzun sahnede kalan- oyun olarak tarihe geçmiştir. Agatha’nın yazdığı eserler kutsal kitaplardan sonra en çok okunan kitaplar olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girer. 113 farklı dile çevrilen eserleri dünya çapında ciddi bir üne ve hayran kitlesine sahiptir. Çoğu romanı kendisinden sonra beyaz perdeye uyarlanmış veya dijital ortamlarda dizileri çekilmiştir. Ünlü yazarımız döneminde sadece bir ‘kitap yazarı’ olarak değil sinema ve oyun yazarı olarak da ciddi başarılar elde etmiştir. Kaleme aldığı Witness fort he Prosecution (Beklenmeye Şahit) isimli oyunu New York Drama Critics Circle tarafından 1954-1955 sezonunun en iyi yabancı sahne oyunu seçilerek yazarın başarılarına bir yenisini daha eklemiştir.
Ne de olsa hayat çok kısa. Onun için insan değecek şeylerle meşgul olmalı.
Üç Yanlış Üç Ceset
Dolu dolu geçen bir hayatın sonu
1967 yılında iyiden iyiye ünlenen ve kitapları oldukça yüksek oranlarda satan yazarımız İngiliz Araştırma Kulübü’nün başkanı olur. Bu başarısının yanına bir de 1971 senesinde İngiltere’nin Kraliyet soyundan gelen üyelerinden hemen sonra en yüksek rütbesi olan "Britanya İmparatorluğunun Kadın Komutanı" nişanını alır ve isminin önüne "Dame" unvanı eklenir. Edebiyattaki yetkin başarıları nedeniyle bu unvana layık görülen Agatha için yazarlığın bir hobi olarak kalmadığı çok ciddi bir şekilde görülmektedir.

Kazanç, birikim ve birçok ödülle onurlandırılan dahi yazarımız trajediyle başlayan hayatını huzura erdirerek bitirir. Çok küçük yaşta kaybettiği babası, aşkla bağlı olduğu ilk kocasının onu aldatması; hayatındaki erkek figürlerinin problemli olduğunu ve bir noktaya kadar onlara bağımlı olduğunu gösterse de uzunca bir hayatın nihayetinde bir kadın olarak kendini var etmiş, bir kadın olarak rekorlar kırmış ve yine bir kadın olarak "Komutan" unvanını almıştır.
Agatha 12 Ocak 1976’da dünyaya gözlerini kapatır. Kendi yazdığı otobiyografi eserinde“Harika hayatım ve bana verilen tüm sevgi için teşekkür ederim Tanrım.” diyerek aslında yaşadığı dopdolu hayattan memnun olduğunu gösterir bizlere. Dahi katilimiz kafasında planladığı onlarca cinayet; silahıyla, zehriyle ya da tabancasıyla işlemez.
Tüm bu hırçın duygularını kalemiyle dışa vurur. Aslında kitaplarında dâhi dedektifler görsek de aynı dâhilik kaleme aldığı tüm katillerde de vardır. Yukarıda bahsedildiği gibi Christie aslında kendi zekasıyla yine kendi zekasını yarıştırmıştır. 83 katil… 21 dedektif… Hepsi kendisidir. Hepsi kendi zihin tarlasının ürünleridir. Küçük gri hücrelerinin aynadaki yansımasıdır. Bu yüzden Polisiyenin Kraliçesi benim nazarımda zeki ve aynı zamanda da masum bir katildir. Çünkü ortada 83 cinayet vardır ve yazarımızın da söylediği gibi katil olmasa cinayet girişimi de olmaz. (Sessiz Tanık)