Elif Beyza Özer

We <3 Kargala

Acı… İnsanı insan yapan yegâne duygulardan birisidir. Herkesin illaki bir zaman diliminde derinden hissettiği bu duygu geçmesi zor izler bırakırken bizi de var eder. İnsan oluruz, öğreniriz, büyürüz, düşünürüz. Bazılarımız düşüncelerini kağıda aktarıp bize ulaştırır. İçlerindeki acıyı bir aşka, bir ölüme, bir insana emanet eder ve kaleme dökerler. Bazıları da var ki içlerindeki acıyı zamanla evirir çevirir korkunç bir hale getirirler. Ölüme giden insanı değil ölümün kendisini, katili, cinayeti anlatırlar. İçlerindeki acıya korkuyla karşılık verirler. Gotik edebiyatının melankolik tanrısı Edgar Allan Poe gibi…

Acıyla tanışma

Edgar, 19 Ocak 1809 tarihinde Boston’da gezgin oyuncu bir anne ve babanın ikinci çocuğu olarak dünyaya gözlerini açar. En başından sonuna kadar ızdırap içinde yaşadığı bu hayatın ilk ayağıdır Boston’daki doğduğu pansiyon.

Annesi Elizabeth İngiliz, babası David ise Amerikalıdır. Babası soylu bir aileden gelmesine rağmen, avukat olmasını isteyen ebeveynlerine karşı gelerek oyuncu olması sonucu aileden reddedilmiştir. Elizabeth ise yetenekli ve başarılı bir oyuncudur. Amerika’ya göç edip oyunculuğa başlamasıyla, David Poe ile yolları kesişir.

3 kardeşten ortancası olan Edgar’ın acı dolu yılları çok çabuk başlar. Henüz 3 yaşında bir bebekken -1811 senesinde- babasının onu terk etmesiyle sevgisizliğin en acı yüzüyle karşı karşıya kalır. Elizabeth Poe, David’in aksine çocuklarına bağlı ve sadıktır. Ancak yaşadığı bu ayrılık zaten zayıf ve hasta olan bünyesinin (bu sürekli turnelere gitmesinden kaynaklanan bir durumdur) daha da kötüleşmesine sebep olur. 1811 senesinin aralık ayında tüberküloz sebebiyle hayata gözlerini yumduğunda; Edgar tüm olaylardan habersizdir. Ancak çocuk da olsa zamanla öğrendiği bu gerçek onun eserlerinde kendini gösterecektir. 

“Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,

Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,

Işısın istedim şafak çaresini arayarak

Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore'dan,

Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore'dan,

Adı artık anılmayan.”

.

İnkâr

Bunca olan şeye rağmen hayat hâlâ devam etmektedir Edgar için. Yönetimin duruma el atması sonucu yetim Edgar İskoçya’dan Amerika’ya göçmüş John Allan ve Fanny Allan’ın himayesine verilir. Vaftizi sonucundan ismi resmi olarak Edgar Allan Poe olur.

John Allan ve Fanny Allan’ın durumları yadsınamayacak kadar iyidir. Üstelik hiç çocuğu olmamış bu çift Edgar’a kucak açarlar. İçlerindeki sevgiyi, şefkati verirler küçük yaşta ağır şeyler yaşamış bu yavruya.

Edgar ise koruyucu ailesinin yanında elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır. Okula başlayan bu yetim minik derslerini oldukça yüksek tutmaya gayret eder ve daha önceden yabancısı olduğu sevginin karşılığını vermek için uğraşır. Annesinin ve babasının yokluğundaki acıyı kendi içine gömüp yaşadığı bu güzel hayata ayak uydurmaya çalışır. Acı yokmuş gibi davranırsa yok olacağına inandığındandır. Belki yeni ailesiyle yaşamak o dönemlerde küçük Edgar için keyif vericidir.

Edgar koruyucu ailesiyle yaşadığı dönemde eğitimi için İngiltere’ye gider. Ancak ailesinin Amerika’ya geri dönmesiyle o da oradaki eğitimini bırakmak zorunda kalır. Ancak bu kısacık eğitim bile İngiliz edebiyatından etkilenmesine yeter de artar bile.

Öfke

16 yaşına geldiğinde Virginia Üniversitesine kaydolan Edgar hayatında yepyeni bir döneme başlar. Üniversite yılları da başarılı geçmektedir. John Allan’a yazdığı birkaç mektupta sınavlarından, notlarından, katılması gereken derslerden söz eder. İlk zamanlar her şey normalken zaman geçtikçe kendi farkına varmaya başlar. İçindeki acı kendini öfkeye dönüştürürken; bilmediği duygular gün yüzüne çıkar. Zekasını keşfeden Edgar kibriyle karşı karşıya gelir ve bundan sonra işler tamamen rayından çıkar.

“… sezginin tüm gücüne, gerçekliğine ve diğer ayrılmaz özelliklerine sahip olmadığından şüphelenecek kadar kibirli ya da belki mantıklıydım.”

Üniversite yıllarının ilerleyen sürecinde hem kumara hem de içkiye bulaşır. Yaşadıklarını, yaşadıklarının derininde bıraktıklarını atmak için içer, kafasını dağıtmak için kartlara sığınır. Kumar masasında kazanmaktan çok kaybetmeye başladığı zaman üvey babasına atılan mektuplar, istenen miktarlar artmaya başlar.

Aralarındaki ilişki zaten inatçılıkları nedeniyle "garip" olan ikili, bu sefer iyiden iyiye tartışmaya, birbirlerinden uzaklaşmaya başlar. Aralarındaki sevgi bağı koparken, ikiliyi birbirine bağlayan tek şey Fanny Allan’dır.

Ancak bu Edgar’a yetmez. John Allan’a yazdığı bir mektupta artık onların himayesinde olmak istemediğini belirtir ve evdeki eşyalarını ister. Okulu da içinde kontrol edemediği öfkeye yenik düşerek bırakır. Koruyucu ailesi ve okulla bağını koparan Edgar için yine yeni bir hayat yolu çizilecektir.

Yaşaması gerekmektedir. Yaşaması için de para…

Pazarlık

1827 yılında Allan’lardan tamamen ayrılan Edgar Boston’a yerleşir. Yaşaması için gerekli olan parayı oradaki işlerde bulamayınca -henüz 18 yaşındayken- 22 yaşında olduğunu söyleyerek farklı bir isimle orduya başvurur.

“Ya fethedeceğim ya öleceğim; ya başaracağım ya kendimi rezil edeceğim.”

Edgar Allan Poe, artık hayatla pazarlık aşamasındadır. Artık acısını dindirecek, yaşamını güzel kılacak, kendisine para kazandıracak bir yerdedir. Karşılığında da içki ve kumardan uzak duracaktır. Edgar girdiği her yerde olduğu gibi askeriyede de bir başarıya ulaşır. Askeriyenin ağır kurallarına ayak uydurur ve pazarlığının karşılığını Kıdemli Başçavuş unvanını hak ederek alır. Ama ordudaki yılları da uzun sürmez. Ordunun sıkı yönetimine karşı daha rahat bir hayat sürmek isteyen Edgar ordudan ayrılmayı ve yazmayı düşünür.

Yazdığı birkaç şiiri, 1827 yılında yayınlanan Timurlenk ve Başka Şiirler kitabında derler. O dönemlerde askeriyeden ayrılmak için üvey babasının onayını beklerken John Allan buna yanaşmaz. Bu durumda Edgar ve John arasındaki ipler daha fazla gerilir. Üzerine koruyucu annesi de öz annesi Elizabeth gibi veremden ölürken acının sert bir tokadını daha yer.

O kadar acı çektim ki âdeta acılardan tiksindim.

Bu sefer farklı bir pazarlıkla gelir hayat, Edgar’ın yanına.

Pazarlık şudur: O en iyi bildiği işi, sevdiği şeyi yapacaktır, yazacaktır, üretecektir. Hatta eski alkolik ve kumarbaz hayatına bile geri dönebilecektir. Ama karşılığında hiçbir şey elde edemeyecektir.

Depresyon

Edgar yazmaya başlar. Kalemi kılıç kadar keskin bir halde yazar. Şiirler yazar, eleştiriler yazar. Yayınlatmak için çok uğraşır ve birkaçı da bu başarıya ulaşır ama Edgar asla o büyük başarıyı elde edemez. 1829 Aralık’ında Araf, Timurlenk ve Önemsiz Şiirler isimli kitabı yayımlanır. 1831 yılında ise Edgar Allan Poe’dan Şiirler kitabını bastırır.

Beklediği etki çok satmak, bilinmek ve ünlenmekken insanlar kitaplarına kayıtsız kalırlar. Bu da Edgar’ı şiire küstürür. Tam 14 sene tek bir şiir yayınlamaz.

Bu süreçte Edgar, zor bir dönemden geçen ve evlenmekten başka şansı olmayan kuzeni Virginia ile evlenir. Hayatın depresif yüzüyle karşılaşmadan önce tam bir hayalperesttir. Kuzeni Virginia’ya vaatlerde bulunup duruyordur ama o kadar parasız ve sefildir ki halasının himayesi altında yaşamaktan başka çaresi yoktur. Öyle ki 1833 yılında kendisinin reddettiği koruyucu babası John Allan’a birkaç mektup yazar. Yalvararak yardım etmesini ister ancak kendisi gibi inatçı olan bu adamdan bir karşılık alamaz.

Edgar Allan Poe yazmaya devam eder. Hayatını adadığı edebiyata sığınır, çılgınlar gibi yazar ama ne istediği saygınlığı ne ünü ne de parayı elde edemez. Ancak Edgar, yazar. Umudunu hiç kaybetmeden sadece yazar, yazdıklarının duyulması ve bilinmesi için dur durak bilmeden sarılır kalemine.

Morgue Sokağı Cinayeti’ni bu dönemde yazıp bitirmiştir. Modern polisiyenin temelini atan bu öykü, elbette diğerleri gibi yine değer görmemiştir. Kuyu ve Sarkaç, Annabel Le, Kuzgun’u da bu dönemde yazmıştır.

Yaşadığı tüm bu hazin sonuçları da içine sığdırıp melankolik havasına biraz daha acı sıkıştırır. Artık iyiden iyiye parasızlığın ve çaresizliğin son noktasındadır. Yaşadıkları ortam düşünülürse karısının da diğer iki annesi gibi verem olması elbette kaçınılmazdır. Evet; Edgar “tutkuyla ve sadakatle sevdiğim” insan dediği karısını da hayatında kendisini az buçuk sevmiş diğer iki kadın gibi veremden kaybeder. Gerçek olmasa da artık "depresyonun" elindedir. Ruhu ıstırap içinde kıvranırken acının son evresi gelir.

Kabullenme

Edgar 1849 yılında hayatta bağ kurup değer verdiği üç kadını da veremden kaybetmiş, acısını kabullenmiş, eski bağımlı hayatına dönmüştür. Acısını içerek atlatmaya çalışırken kendini kaybettiği bir bar taburesinde bulunur. Baltimore’da…

7 Ekim 1849 yılında o bar taburesinden kaldırılıp götürüldüğü hastanede ızdırap içindeki ruhunu teslim eder, kendi tabiriyle gölgeler diyarına gider. Kimsenin görmediği, bilmediği; haykırışlarını, çırpınışlarını duymadığı bu adamın cenazesine de toplamda 7 (4?) kişi katılmıştır.

“Bunu okuyan sizler, hâlâ yaşayanların arasındasınız ama yazan ben, uzun süre önce gölgeler diyarına gittim.”

Edgar kibrinde boğulan bir insan olmadı. Sadece yaşadıklarını hazmetmek için savaş silahlarını yanlış seçmişti. En sonunda doğrusunu bulduğunda çok geçti. Ama bu ıstırap dolu hayat yıllar sonra bizlere birçok eser ve bir edebiyat tarzı bıraktı. Acı içinde yaşadı. İçindeki acıyı aşka değil ölüme, kana, katile, öldürme hissine yansıttı.

Bu yüzden zaten ön adı Gotik Edebiyatın Melankolik Tanrısı…