Selin Şen

We <3 Kargala

The 100, Kass Morgan’ın bir genç yetişkin bilim kurgu roman serisidir. Serinin ilk kitabı olan The 100, 3 Eylül 2013, devam kitabı olan Day 21, 25 Eylül 2014, serinin üçüncü kitabı olan Homecoming 26 Şubat 2015 ve dördüncü roman olan Rebellion 6 Aralık 2016 tarihlerinde yayınlanmıştır. Kitabın yayın tarihinden önce televizyon yapımcısı Jason Rothenberg kitabın konusunu beğenmiş ve konusuyla ilgilenmiş olmalı ki, hikayeyi beyaz perdeye uyarlamaya karar vermişti. Aynı adı taşıyan TV dizisi uyarlaması, 19 Mart 2014’te The CW Network’te prömiyerini yaptı.

Yüz şanslı suçlu tarih yazma fırsatı yakalıyor.

Dünya'ya geliyor...

Tarih olmuş bir dünyada, tarih yazabilir misiniz? Sizlere, hayallerinizin sınırlarını zorlayacak, sizleri bambaşka dünyalara ve hatta Dünya’nın dışına taşıyacak bir dizi önerisi ile karşınızdayım. Peki The 100 neyi konu alıyor? The 100, kıyamet sonrasını konu alan bilimkurgu, gizem dizisidir. Aslında pek çok tür içerisine dahil edilebilir. İçeriğine bakarsak, yeryüzünde yaşayan insanların ölümüyle sonuçlanan bir nükleer savaş gerçekleşmiş ve Dünya yüzeyi yaşanılamayacak seviyede radyasyon ile kaplanmıştır. Bilinen tek hayatta kalanlar gezegenin yörüngesinde bulunan 12 farklı ülkeye ait istasyonda yaşayanlardır. Bu uzay istasyonları Ark ismindeki istasyonun oluşması için Jaha başkanlığında birleşir. Ark’ın kaynakları sınırlıdır ve suçların cezası çok ağırdır. 18 yaş üzerindeki suçlular uzaya fırlatılarak ölümle cezalandırılmaktadır. Dizimizin ana konusu ise 100 genç mahkumumuzun Dünya koşullarını öğrenmek için Dünya’ya fırlatılması ile gençlerimizin karşılaşacaklarıdır.

Dünya'nın karanlık yüzü

İnsanlar Dünya’yı en karanlık zamanında terk etmişti ve kaç tanesinin geri dönmeye çalışırken öldüğü Dünya’nın artık umurunda olmazdı. Belki de Dünya bu yüzden bu kadar acımasızdı. 

Gizem, dostluk, aşk dolu maceralarında gençlerimizin  Dünya’ya karşı birbirlerine kenetlenmeleri, yan yana durmaları gerekmektedir. Fakat işler her zaman düşündüğümüz gibi gitmeyebilir. Dünya artık onların bildiği Dünya değildir ve bu 100 kişi de artık Dünya’ya ait değildir. Onlar Dünya için uzaylıdır ve tahmin edersiniz ki Dünya uzaylılara hazırlıksızdır. Dizinin ilk sezonuna biraz değinelim, The 100 sizleri nasıl karşılıyor? Bu 100 gencimiz çeşitli umut ve umutsuzluklarla hiç bilmedikleri, canlı olarak görmedikleri Dünya ile karşılaşıyor. İlk bakışta hayran kalıyorlar ve henüz bakmaya doyamamışken Dünya gerçek yüzünü gösteriyor. İçlerinden bazılarını bünyesine katarak gençlerimize hoş geldiniz diyor, içten içe onlara acı acı gülümsüyor. 

Ekibimiz bir süre sonra kendi dünyalarına geri dönmek istiyor fakat ya artık kendi dünyaları yoksa, ARK yok olmuşsa? Bu gençlerimiz için düşünmesi korkunç bir şey oluyor. Fakat hayatta korkulan her zaman başa gelir. Ekibimizin dünyası artık sadece bildiğimiz Dünya oluyor. Adapte olmak, yaşamaya devam etmek, mücadele vermek ve hayatta kalmak zorundalar. Ama bu artık,  Dünya’da imkansıza yakın. Peki ekibimiz imkansızı başarabilecek mi? Dünya’nın ani ve acımasız sürprizlerine karşı tepkileri ne olacak? Kim bilir? 

Merak etmeyin, The 100‘ın gizemli dünyası sizleri bekliyor ve Dünya'nın aksine sizlere içten bir hoş geldiniz diyor sevgili bilimkurgu severler. Eliza Taylor’ın da başrolünde olduğu ekibimizde, son sezona kadar sizlere eşlik edecek karakterlerimiz bulunuyor . Bazısı fedakarlığı, bazısı uyumsuzluğu ve umutsuzluğu bazısı yapayalnızlığı ve bazısı hayatın değiştirdiği güçlenen karakterleri temsil ediyor. Yani ekibimiz izleyiciye bütünüyle bir insanın hayatını sunuyor. 7 sezon 100 bölüm boyunca The 100’ın  sizleri de içerisine alarak sürükleyeceğinden ve keyifle izleyeceğinizden eminim bilimkurgu severler.

Dizi hakkında neler düşünüyorum?

The 100, benim izlediğim ilk yabancı diziydi. Bu sebeple bendeki yeri apayrıdır. Bilimkurgu, aslında hayal dünyası ile oluşturulmuş bir tür değildir. Bilimkurgu içinde geleceğin olası gerçekleri yatmaktadır. Günümüzden 200 yıl öncesinde yaşayan insanlara göre şu an bizler için olağan olan birçok teknolojik gelişme, bir bilimkurgu dünyasından ibaretti ve hayallerinin çok ötesindeydi. The 100 da biz izleyenlerin sınırlarını zorlamış ve geleceğe, daha ileriye taşımıştı bizleri. Fakat bunu biz insan doğasını unutmadan yapmıştı. 

Aşkın gücü, fedakarlığın unutulmazlığı, birlikten doğan kuvveti... Yani biz insan doğasını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermişti. Her sezonu apayrı bir macera olan The 100, izleyicisini uzay boşluğundan Dünya’nın gerçekliğine, Dünya’nın gerçekliğinden teknolojinin sınırsızlığına, teknolojinin sınırsızlığından nihai sonsuzluğa taşıyor. Bunu yavaş yavaş, sindirerek yapıyor, dizi her sahnesini ilmek ilmek işliyor, benimsetiyor. Diziyi benim için çok özel kılan bir diğer nokta ise iyinin içindeki kötülüğün, kötünün içindeki iyiliğin hayat koşullarına bağlı olarak nasıl açığa çıktığını ve insanın aslında griliklerden ibaret olduğunu tüm gerçekliğiyle işlemesi oluyor.

İyilik ve kötülük izafiydi, önemli olan  ikisinin ahengiydi.

Ve tabii ki dizideki oyunculara hayranlığımı söylemeden geçmem mümkün değil. Çünkü her bir oyuncu, oynadığı karakterle adeta bütünleşmişti, yaptığın bir şeyin iyi olması için, yaptığın her ne ise onu özümsemen gerekir. The 100 oyuncuları benim için bunun canlı örneğiydi. Yazımı The 100’dan alıntıladığım bir söz ile noktalamak istiyorum sevgili bilimkurgu severler.

Başını kaldırıp gökyüzüne baktı, gözleri dört bir yandaki boşluğun tadını çıkardı. Nerede oldukları önemli değildi. Bu gezegendeki herhangi bir yer, geride bıraktıkları dünyadan kesinlikle daha iyi bir yer olacaktı.

Evet, sevgili bilimkurgu severler, yapabildikleriniz sınırlı olsa da hayallerinizin sınırı yoktur. Her şey bir küçük hayalle başlar, hayal ettiğiniz kadar varsınız. Var olun ve var olmaya devam edin, keyifli okumalar dilerim, sevgiyle kalın.