Elif İpek Sıkıcı

We <3 Kargala

 

DUYGULARIN GÖLGESİNDEKİ GERÇEKLİK: Algılar Arasında Sıkışıp Kalmak

 

"Bir oyun oynuyorlar. Oynamıyormuş gibi yapma oyunu. Oyunlarını gördüğümü belli edersem onlara, kuralları bozmuş olurum, o zaman cezalandırırlar beni. Onların oyununu oynamam gerek, oyunu gördüğümü görmeme oyunu."

Düğümler ~ R. D. Laing

         Bina koridorlarında büyük saksılarda yetişmiş insan boyunu aşan ağaççıkları görünce onlara dokunmadan edemem. Gerçek mi merak ederim? Yeşeren yaprakların canlı olduğunu anlayınca sevinirim ama o canlılık huzursuz da eder çünkü kandırıldım mı düşüncesinin aklıma gelişi hayatımızdaki sahteliği hatırlatır. Artık kartondan polis arabalarının işe yarayacağına inanılan bir dünyada yaşıyoruz. Gerçeklerden ziyade insanları bir şeye inandırmak ve duygularını etkilemek daha çok çalışıyor. Sosyal medya, yapay zekanın geldiği nokta düşünülürse insan sayısı kadar gerçek var. Kendimizi;   duygularımıza, inanç sitemlerimize yakın olanlara yönelterek diğer görüşleri dışlayan bir yankı odasına hapsediyoruz. Bu çağın laneti de bu olsa gerek, bilgi çağında yaşayan bizler gerçek bilgiye ulaşabilmek için en üst çabayı sarf etmek zorundayız. Elbette devletlerin kuruluşunda ve devamlılığında insanları bir araya getirmek ve bir arada tutmak için ortak duygular yaratma mecburiyeti vardır. Bu süreçlerin insanı getirdiği yerde duygu ve kanaatler, gerçeklerden daha belirleyicidir ama bugün durum bunun çok daha ötesinde. Ekran karşısına geçtiğimiz her an bir duygu terörünün de içine giriyoruz. Üstelik bu teröre bizler hevesle, gönüllü olarak maruz kalıyoruz. Çoğumuz hayatı duygularımıza hitap edenler ve etmeyenler olarak ikiye ayırarak algılıyoruz. Bu da mantıksız gelen sabit fikirliklere, toplumun kutuplaşmasına ve birbirine sağır hale gelmesine sebep oluyor. Çoğumuz duygularımızla aklımız arasında kaldığımızda duygularımızı seçiyoruz. Bu da bir şeyi anlamadığımız değil istediğimiz gibi anladığımız anlamına geliyor. Bu tercih gerçekleri görmek istememek ya da kendine göre gerçekler inşa etmek de demek. Sanattaki karşılığına bakınca aklıma daha çok popüler filmler geliyor. Matrix, Dövüş Kulübü, The Truman Show, Yukarı Bakma ve Kuvvetli Bir Alkış gibi. Edebiyatta da gerçekliğin nasıl eğilip bükülebileceğini anlatan  Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru örnek verilebilir.  

Matrix’in ilk filmini hatırlayanlar Cypher’ın ekibine ihanet edip bilgi satmanın karşılığında elde edeceklerinin hiçbirinin gerçek dünyada olmadığını da hatırlarlar. Buna rağmen Cypher’ın, gerçekten yaşamayacağı sadece yaşadığını zannedeceğinin peşinde sürüklenmesi nedendir? Cevabı duygularda aramak gerek. Burada karakter hissetmek istediği şeyi hissediyorsa bunun gerçek mi sahte mi olduğunu önemsemez.

       Radyo, tv, internet, yapay zeka bize artık şunu söylüyor: Düşünmene, seçmene, kıyaslamana, sorgulamana, çıkarım yapmana , doğru olan nedir anlamaya çalışmana gerek yok. Sen doğruyu belirle ve bunu tekrarla insanların duygularını etkileyebilirsen onlar sana inanacaktır.  

      Dövüş Kulübü’nün Tyler’i ise bir şizofrendir ve kapitalist dünyanın tüketim kültürüne hapsolmuş insanının şizofreniyle bu dünyayı yıkacağına inanmaktadır. Gerçeklik algısı markaların yarattığı esaretin arkasında kaybolmuştur.

Buradaki önemli soru gerçek ölürse insanlığın geleceği nasıl şekillenecektir? Duygularıyla oynanan insan yaşadıklarından ders alacak ve elde ettiği bilgeliği kodlarına kazıyarak ilerleyecek mi yoksa Indiana Jones’un kutsal kaseyi bulduğu sahnedeki gibi gerçeğin hangisi olduğunu anlamadan sanrılarla yaşamaya,  -mış gibiyle yetinmeye devam mı edecek? Gerçeği saklayamıyor ya da yok edemiyorsak etrafını saçmalıklarla çevirmeye bizi alıştıran güçlerin başlattığı bu yıkıcı bozulma kimlerin ne kadar daha işine gelecek onu göreceğiz. Gerçeğe saldırma, her şey hakkında yalan söyleme, insanların duygularına oynama, bozulmalar yaratma, güvensizlik ve çatışmaları teşvik etme, kafa karışıklığı hissettirip gerçeğin sadece liderden alınabileceğini iddia etme... Duygularımız öylesine büyük bir yalan tsunamisinde dağılıyor ki kendimizden bile şüphe eder hale geldik.

     Bence yıkılmadan çıkış eğitim ve bilinçlenmede. Bireyin eleştirel düşünme becerilerine yatırım yapılmalı, gerçek bilgiye ulaşma yolları öğretilmeli ve farklı bilgi kaynakları nasıl sorgulanır gençlere gösterilmeli. Diyalog ve tartışma ortamlarına toplumsal çeşitliliğe yer açılmalı ve farklılıklara saygının önemi üzerinde durulmalı. Bu şekilde bir araya gelindiğinde açık ve yapıcı konuşmalar için uygun ortamlar oluşacaktır. Yoksa bizler sandık başında demoktarik haklarımızı kullanırken hala kendimizi Sultan Abdülhamit’e oy veren insanlar gibi hissetmeye devam edebiliriz.