Ziya Şahinöz

We <3 Kargala

Usta yazar Dan Brown tarafından kaleme alınan ve dünya çapında geniş yakın uyandıran Robert Langdon serisinin dördüncü kitabı, Cehennem. 2013 yılında yayımlanan ve 2016 yılında da beyaz perdeye uyarlanan baş döndüren hikayesiyle herkesi etkilemeyi başarmış, olay örgüsü ve kurgusuyla da eleştirmenler tarafından tam not almış büyüleyici bir eser. 

Kitabımızı incelemeye geçmeden önce yazarımız hakkında kısaca bilgi vereyim. Tam adı Daniel Brown olan Dan Brown, 22 Haziran 1964'te ABD'nin New Hampshire eyaletinde doğdu. Hristiyanlık ve bilim çakışması olan bir ortamda yetişti. Koyu katolik ailesi, dini eğitimler alması adına yıllarca çeşitli kolejlere gönderdi. Çocukluktan gelen dinlere ve tarihe olan ilgisi de tam da buradan kaynaklanıyor. Üniversiteyi bitirdikten sonra araştırmacı-yazar olarak hayata atılmıştır. Yazarımız ilk eseri Dijital Kale’yi 1998, ikinci kitabı İhanet Noktası’nı ise 2001 yılında tamamladı. Sinema filmi tadındaki bu eserleri geniş yankı uyandıramasa da okurlarından tam not aldı.

Ardından 2000 yılında başlattığı Robert Langdon polisiye serisinin ilk kitabı olan Melekler ve Şeytanlar’a devam niteliğindeki yeni eseri Da Vinci Şifresi'ni 2003 yılında yayınladı. Bu eseriyle ün kazanan ve Katolik kilisesi dahil tüm dünyada her kesimin ilgisini çeken yazarımız kitabında Hz. İsa ile ilgili ortaya attığı iddialar sonucu Vatikan tarafından kara listeye alındı. Hatta Hristiyanlığı karalamakla suçlanır. Bunun yanı sıra Vatikan’a giriş yapamayacağına dair uyarılar da hali hazırda yinelenmiş durumda. Tartışmalar günümüzde halen sürüyor. Yarattığı simgebilim profesörü rolündeki Robert Langdon karakteri, Kayıp Sembol (2009), Cehennem (2013) ve Başlangıç (2017) eserlerinde de karşımıza çıkmaya devam etti.

Daimi bestseller

Kitaplar, yayımlandıklarında New York Times Bestseller oldu. Listeleri alt üst ederek en üst sıradan giriş yaptı ve onlarca dile çevrildi. Piyasaları kasıp kavuran kitapları beyaz perdeye de uyarlanmış durumda. Robert Langdon karakterini canlandıran Tom Hanks’in başrollerini üstlendiği üçlemenin her bir filminde Avrupa’nın ayrı bir tarihi şehri karşımıza çıkıyor. Hikayeler ve şehirler bütünleştirilip aksiyon-gizem ve tarihle harmanlanıyor. Devamlı bir koşuşturmaca içerisinde şekillenen olay örgüleri ve orijinal karakterleriyle sinema sektöründe yüksek gişe rakamlarına ulaşmayı başarmış durumda. Son olaraksa Kayıp Sembol, 2020 yılında Amerika'nın HBO kanalı tarafından dizi olarak ekranlara çıktı. Zaten bu başarılar da yazarın iç dünyasına ışık tutuyor ve eşsiz yeteneğini tescilliyor. 

Eserlerinde sıkça Türkiye’ye de değinen ve röportajlarında İstanbul’u, “Doğu ve Batı'yı birleştiren bir köprü oluşu, üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış olması ve Ayasofya'nın gizemleri gibi tarihi derinliği olan muazzam derecede muhteşem bir şehir” olarak tanımlayan yazarımız, ülkemizde Altın Kitaplar yayıneviyle çalışıyor. 

İstanbul'a varan hikaye

Gel gelelim Cehennem romanına… Nerede olduğundan habersiz gözlerini açan Profesör Langdon, kafasındaki zonklama yüzünden ağır bir travma altındadır. Bu nedenle doktoru Sienna Brooks ona başından geçenleri anlatınca dehşete düşer. Çünkü en son hatırladığı şey Boston’da Harvard kampüsünde olduğudur. Ancak gerçekler öyle değildir. Evinden binlerce kilometre uzakta İtalya’nın Floransa kentinde karakterimizin gözlerini açmasıyla başlıyor macera dolu yolculuğumuz. Ardından Dante’nin Cehennem tasvirine atıflarla şekil alıyor. Devamında Venedik’e ve oradan da İstanbul’a kadar uzanıyor. 

Dünya nüfusunun tehlikeli bir artış içerisinde olduğu ve gezegenin sonunun yaklaştığını felaket senaryolarıyla yol haritası şeklinde çizen ve bir çözüm yolu üretmeye çalışan Dr. Zobrist adlı karakterin yarattığı biyolojik silah, Yerebatan Sarnıcı’nın derinliklerine gömülü vaziyette ortaya çıkmayı beklemektedir. İntihar eden ve şifreleri çözmesi için varisine bırakan Zobrist, büyük bir virüs yaratmıştır. Bu virüs tüm dünyayı etkisi altına alacak ve radikal bir dönüm noktası yaratacaktır. “Bir petri kabına saat 11.00’de bir bakteri koyarsanız ve her geçen dakika sayısı kendini kopyalayarak ikiye katlanırsa kabın yarısındayken tam dolmasına kadar geçen süre sadece 1 dakikadır ve biz de tam olarak saat 11.59’dayız” metaforuyla ünlenen Dr. Zobrist birçok farklı kesimden sempatizanlar kazanır.

İnsanlığın en büyük sorunu: Nüfus

Zobrist, tarih boyunca insalığın çeşitli kırılmalar yaşayıp küllerinden yeniden doğduğunu ifade eder. Ayrıca buna kanıt olarak da, Avrupa’da ortaçağdaki kara veba salgınıyla milyonlarca insanın yok oluşunun ardından rönesans ve reform dönemlerinin başladığını belirtir. Ayrıca şu anda da yeni bir yıkımın başlangıcında olduğumuzu ve birinin acilen müdahale ederek çok için azı feda etmesi gerektiğini savunmaktadır. Çünkü Zobrist’e göre “Gerçeği sadece ölümün gözlerinden görebiliriz.

Hikâyenin can alıcı noktası ise şu: Yazar, etik ve gerçekleri karşı karşıya getiriyor. Bununla beraber tarih faktörünü de ekleyip okuru iki seçenek arasında kafa yormaya zorluyor. Kısacası Zobrist; düşüncesini, yeryüzündeki insan ömrü bir saate sıkıştırılırsa, bunun son saniyelerinde olduğumuzu gösteren bir Kıyamet Saati’yle açıklamıştı diyebiliriz.

Dünya Sağlık Örgütü de devreye girip şifreleri çözmek için Langdon’ın yardımını ister. Böylece cehennemin kapıları İstanbul’a açılır. Virüs Yerebatan Sarnıcı’nın dehlizlerinde gömülü vaziyettedir ve bunu durdurmak için fazla zamanları kalmamıştır. 

“Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion'unda ve kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını. Batık sarayın derinliklerine in, orada, karanlığın içinde bekler khthonik canavar, kan kırmızı sularına gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları...”

Virüsün tüm dünyaya yayılabilmesi için belki de en uygun şehri seçmişti Zobrist. Her yıl dünyanın dört bir köşesinden gelen milyonlarca turiste ev sahipliği yapan İstanbul’u…

İstanbul'un büyüsü

Yazarımız bu şehri şöyle tanımlıyor kitabında:

“Burası iki ayrı dünya, karşıt güçlerin şehriydi: Dindarlarla laikler; eskiyle yeni; Doğu'yla Batı... Avrupa ile Asya arasındaki coğrafi sınırda duran bu ebedi şehir, gerçekten de Eskidünya'dan daha da eski bir dünyaya uzanan bir köprüydü. İstanbul...”

DSÖ liderliğindeki Profesör Langdon şifreleri takip ederek Ayasofya’ya ardından da Yerebatan Sarnıcı’na ulaşmıştı. Kovalamaca tam burada son buluyordu. 

“Eski Bizans başkentinde akşam olmuştu. Marmara Denizi’nin kıyısında yanan ışıklarla birlikte camiler ve ince minarelerden oluşan şehir silueti aydınlandı. Akşam namazı vaktiydi ve şehirdeki hoparlörlerden ibadet çağrısı yapan ezan sesleri geliyordu. İnançlılar camilere koşarken, şehrin geri kalanı işlerine devam ediyorlardı. Gürültücü üniversite öğrencileri biralarını içiyor, işadamları anlaşmalarını yapıyor, tüccarlar baharatlarını ve halılarını pazarlıyor. Turistler büyülü bir hâlde olan biteni izliyorlardı.”

Her sayfası ayrı bir heyecanla dolu bu romanı eğer hala okumadıysanız mutlaka göz atmalısınız. Elinize aldığınızda bitirmeden bırakamayacaksınız. Filmi de bizlerden tam puan aldı. Kitabın ardından ona da göz atabilirsiniz. İyi okumalar, iyi seyirler...