Ceren Ceylan

Bir insanlık varmış, bir insanlık yokmuş… Yokmuş, yok olmuş. İnsanlık neyi aradı binlerce yıldır, ne kadarını buldu veya ararken ne kadarını kaybetti? Bazen öyle olur ya, hayatta hep bir şeyleri arama meşgalesinde ararken daha çok kaybederiz bir şeyleri. Doyumsuzuz bir kere, mutluluk hep daha fazlasında saklı. Bu yüzdendir belki de insanın hep hayalleriyle yaşama tutunması.

Hayal kurmak iyidir, güzeldir. Hem insanın hayatını iyileştirmeye çalışmasından daha güzel ne olabilir ki? Fakat doyumsuzluk tehlikeli sularda yüzmekten başka bir şey değildir. İnsan kendi dünyasını güzelleştirmek için hayal kurarken insandır. Bunu yaparken başkasının hayatını cehenneme çevirmek ancak acizlerin işidir.

Dünya büyüyor, gelişiyor. Gün geçtikçe daha ileriye gidiyor. Belki de sadece öyle gözüküyor. Dünya ilerledikçe insanlık geri gidiyor belki de. Hatta biz dünya gelişiyor zannettikçe küçülüyor. Sonsuz bir evrenin içinde kendi sonumuzun ne kadar yaklaştığını izliyoruz. Bize hep okullarda öğretilen gelecek nesillere iyi bir dünya bırakmayı çok yanlış anlamışız anlaşılan. Yoksa iyi bir gelecek dediğimiz, çocuklarımıza kan ve savaşla dolu bir gezegen bırakmaktan ibaret değildir, değil mi?

Hayat basitleşti, artık her şey bir cihazı prize takmaktan ibaret. Ne kadar kolay değil mi aradığımızı bulmak veya istediğimize ulaşmak? Soru diye bir şey kalmadı ki artık, her şeyin cevabı daha biz sormadan hazır. Bahaneler ve savunmalar hazır. Neyi görsek, neyi dinlesek o daha mantıklı geliyor. Çoğunluk ne diyorsa odur çünkü. Direnme gücümüz sıfırın altında. Topluma karşı direnene, haksızlığa karşı gelene çevriliyor oklar. Oysa topluma karşı direnemeyenler güçsüz olanlardır zira çağımızda toplum, insandan çok daha güçlü.

Biz hayatı basitleştirelim derken verilmek istenen mesajları da yanlış anlamışız. Boşuna okumuşuz o okulları, o diplomalar falan boşuna. Hani deriz ya herkes kendi kapısının önünü süpürse diye, kimse kendi kapısının önündeki pisliği süpürmüyor. Ben süpürsem ne olacak ki, her yer pislik içinde zaten. Ben bu haksızlığa dur desem ne olur ki, baksanıza haksızlığa uğrayanlar hariç herkes hayatından memnun. Dünya öyle de böyle de dönmüyor mu? Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!

Ne kadar güzel değil mi hayat? Gece sıcacık yastığa başımızı koyduğumuzda, sevdiklerimiz odalarında uyurken altın tozlu kahve içen kadınların videolarını izleyip uyurken hayat ne kadar güzel. Bir lüks otomobil gelip diğeri giderken bu değirmenin suyu nerden geliyor diye sorgulamadan, ağzına her “Allah” alanı iyi insan diye etiketlemek güzel. Böyle mutluyuz ya biz. Yemeğe bismillah diyerek başlayan haram yiyemez sonuçta. Kuranı öpüp başına koyan nasıl kötü insan olur? Böyle olması işimize geliyor yıllardır. Milletçe alışmışız tüm manevi duygularımızın sömürülmesine. Öyle sömürülmüşüz ki, altın tozlu kahve içen kadın hapse düşünce iki üç kez Allah dediği için “Ah yazık! İki de çocuğu vardı. Ne olacak şimdi?” deriz. Ancak gerçek haksızlığa uğrayan çocuklar çok da uzağımızda değilken bizler üç maymunuz.

Ne görmeye, ne duymaya, ne de konuşmaya yakınız. Konuşmayalım zaten ya, kapatalım bu konuyu yoksa ben gece uyuyamıyorum. İnanır mısınız hep kötü rüyalar görüyorum. Mesela geçen gece rüyamda kardeşimle evde oyun oynarken birden evimize bombalar yağdı, kardeşimi öylece gördüm. Gerçek sandım, benim başıma gelse ne yapardım? Ama benim başıma gelmiyor, içim rahat uyuyabilirim şimdi.

Hayat bu zaten, iyilik de kötülük de içinde. Vallahi çok meşgul olmasam bir kötülüğe dur falan derim de çok meşgulüm. Daha bugün kelebekli ödül törenini izleyip sokak hayvanları hakları için elim kızarana kadar alkışlayıp, hayallerini bırakın yaşamaya uzak çocuklara sıra gelince etrafımda kimse var mı diye bakıp ayıp olmasın diye koltuk arkasından ellerimi çırpacağım gönülsüzce. Sonra arkadaşlarımla buluşacağım, kahve içmeye gideceğim her zaman gittiğimiz mekâna. Meşgulüm yani, yoksa ben de bir kınardım kötülüğü. O çok sevdiğimiz mekânda kahvemi içerken başıma bomba yağma ihtimali olmadığından yanıma şemsiye almama gerek yok. Oturur biraz seçimlerden falan bahsederiz belki, masadakiler kimi savunursa ben de onu savunurum. Benim kendi düşüncelerim yok çünkü. Eh, toplum bizden daha güçlü zaten. Çoğunluk ne derse odur ya. Ben sevmiyorum zaten öyle değişim falanmış. Yaşıyoruz işte kaç senedir, ne oldu öldük mü?

Ne öldük ne dirildik işte. Biz dirilmeye çok uzak bir çağdayız. Her doğan da bu zamana doğuyor, başka bir çağın çocuğu oluyor. Bilmem şu kuşağı bu kuşağı derken her şeyi de normalleştiririz zaten biz. Çocuklarımızı da Atatürk’ü öğreterek yetiştiririz. Atatürk’ün kim olduğunu da bilseler yeter yani. Sabah okula gitsinler, akşam eve gelsinler tabletlerine falan baksınlar. Ne kadar bilinçaltlarını dolduracak video varsa izlesinler. Gerçeklerden uzak büyüsünler, aman narinler kırılmasınlar. Öyle Atatürk günümüzde olsa ne yapardı diye falan düşünüp kafalarını yormasınlar. Zira yaşasaydı o herkesten çok kafa yorardı. Bizim yormamıza gerek yok, haksızlığa falan da ses çıkaracak gücümüz yok. Ya din deriz ya Atatürk falan deriz sıyrılırız işin içinden. İkisi de ne diyor diye düşünmeyiz. İkisini de aynı anda sevemeyiz ha, aman deyim.

Sevgiymiş, merhametmiş, masumiyetmiş çok kafa yormaya gerek yok. Hayat böyle gidiyor işte. Ya ben gece telefonu elime alıp kim ne yapmış diye bakayım yeter. Kim evlenmiş, kim nişanlanmış, kimin evine misafir gelmiş de güzel sunumlar yapmış, hangi influencer neyi önermiş, kim kiminle nerede ne yapmış bir bakar öyle uyurum. Öyle savaş, kan falan videoları görürsem de kaydırırım, bakamam. İçimde bir yerde vicdan parçası kalmış olacak ki o videoları görünce konuşursa aman. Susturur vicdanımı geçerim hemen. Sevmem öyle de haber izlemeyi. İzlesem de tek bir kanaldan izlerim. Diğer kanallar hep karşı görüştür çünkü. Doğruya yanlış der, yanlışa doğru. Hiç de gelemem öyle şeylere. En son hangi telefon çıkmış çok iyi bilirim ama. İndirimleri falan kovalarım, öyle ki önceki gece alışveriş merkezinde yatarım.

İnsanım ben, ondan böyleyim. Meşgul olacak çok şeyim var. Ya hayatım çok yolunda olduğunda negatiflik istemem ya da bir derdim olduğunda “Benim derdim bana yeter!” derim. Bir tek ben miyim sanki, herkes böyle! İşimize geldiği gibi yaşıyoruz işte. Ateş düştüğü yeri yakar diyorlar. Bana dokunmayan bomba bin yaşasın. Kahrolsun diyemeyecek kadar acizim çünkü.