Ayşen Gürler

We <3 Kargala

Aşk bir sanat mıdır, yoksa insanın içine düştüğü hoş bir duygu mu? Bu küçük kitap, birinci önermeye dayanıyor. Oysa bugün insanların çoğu şüphesiz ikinci önermeye inanıyor. Sevme Sanatı, Alman psikanalist ve filozof Erich Fromm'un 1956 senesinde yayınlanan kitabıdır. Bu kitapta Fromm, sevgiyi bir sanat, öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir beceri olarak sunar. Aşkın açıklanamayan ve analiz edilemeyen büyülü ve gizemli bir şey olduğu fikrini reddedip, aşk ile aşık olmayı birbirinden ayırır.

Fromm'un, insanın temel özleminin sevgi ve birlik olduğu iddiası, Freud'a meydan okumaktır. Freud'a göre aşk, cinsel arzusunu tatmin etmek için çabalayan, ancak bu dürtüyü toplumda daha kabul edilebilir bir şekilde sunması gereken kişinin yaşadığı bir duygudur. Psikanalitik gelenek, bir kişinin cinsel yaşamındaki sorunları çözerse zihinsel sorunlarının da çözülebileceğini savunur. Buna karşılık Fromm, aşk arayışının her şeyden önemli olduğunu söyler. Aynı zamanda zihinsel sorunların genellikle birlik arayışının yerine getirilmemesinden kaynaklandığını savunur. Ancak Fromm, Freud'un kendisi üzerindeki büyük etkisini de kabul eder.

Fromm'a göre sevgi

Fromm, Sevme Sanatı kitabının başında, aşkın insanın üzerine gökten düşen bir Tanrı armağanı ya da kişinin birdenbire tanıştığı bir duygu olmadığını açıklar. Sevgi, teorik olarak çalışılması ve uygulanması gereken ancak kolay olmayan bir beceridir. Tıpkı diğer sanatlar gibi... 

Fromm sevgiyi birçok nedenden dolayı yanlış anladığımızı ileri sürer. Aşık olmak ile Fromm'un aşkta "durmak" dediği şeyi birbirinden ayırmıyoruz. İki kişinin birdenbire birbirini keşfetmesi çok heyecan verici. Ancak bu tür duygular kısa süreli. Gerçek aşk; tıpkı başka herhangi bir sanat veya beceriyi öğreneceğimiz gibi, yıllarca pratik yaptıktan sonra öğrendiğimiz bir sanattır.

“Sevgi bir sanattır, tıpkı yaşamanın bir sanat olduğu gibi. Nasıl sevileceğini öğrenmek istiyorsak; müzik, resim veya tıp ve mühendislik gibi başka sanatları öğrendiğimiz şekilde ilerlemeliyiz.''

Erich Fromm

Fromm, aşkın pasif bir etki değil, bir aktivite olduğunu açıkça belirtir. En genel şekliyle aşkın aktif karakteri, sevginin öncelikle almak değil, vermek olduğunu belirtmekle açıklanabilir. İnsan, uğruna emek verdiği şeyi sever ve sevdiği şey için çalışır. 

"Bir kadın bize çiçekleri sevdiğini söylese ve biz de onları sulamayı unuttuğunu görsek, onun çiçek aşkına inanmazdık."

Ercih Fromm

Sorumluluk sahibi olmalısınız ki; bu gönüllü bir eylemdir ve sevginin bir unsurudur. Çok önemli bir unsur daha; saygıyı elden bırakmamaktır.

"Saygı olmasaydı, sorumluluk kolayca tahakküm ve sahiplenme haline dönüşebilirdi.''

Erich Fromm

aşk

Sevgi modelleri

Fromm, Sevme Sanatı kitabında, sağlıklı ilişkiler geliştirme yeteneği de dahil olmak üzere, bir kişinin zihinsel sağlığının ebeveynleriyle olan ilişkisiyle doğrudan bağlantılı olduğunu savunur. Bunu yaparken de ebeveyn sevgi modellerini karakterize eder. Fromm'a göre sevgi, belirli bir kişiye değil, tüm dünyaya bir yaklaşım veya yönelimdir.

Anne sevgisi: Anne sevgisi koşulsuzdur. Yani çocuk, karakteri ve eylemleri ne olursa olsun annesinden sevgi alır. Bu noktada çocuk muhtaçtır ve anne onun ihtiyaçlarını karşılar. Anne ile birleşme onun için bir korumadır. Çocuk büyüdükçe odak anneden babaya kayar.

Baba sevgisi: Baba sevgisi itaatte yatan koşullu sevgidir. Fromm, “Seni seviyorum çünkü beklentilerimi yerine getiriyorsun, görevini yapıyorsun'' diye açıklar. Baba, çocuğu içinde yaşadığı toplumun kural ve gereksinimleriyle tanıştırır. Bu aşama farklıdır çünkü çocuğun alacağı sevgiyi aktif olarak etkiler. Ancak henüz tamamen bağımsız değildir. Çocuk yetişkinliğe eriştiğinde kendisine koşulsuz sevgi sağlar. Aynı zamanda kendisi için hedefler ve kurallar belirler. Kişi bu şekilde büyüdükçe eşleriyle sağlıklı ve eşitlikçi ilişkiler geliştirebilecektir. Ancak ebeveynler bu işlevi en iyi şekilde yerine getirmediğinde -örneğin, anne çok otoriter ve müdahaleci olduğunda- saplantı oluşacaktır. Üstelik kişinin ailesiyle olan istismarcı ilişkisini gelecekteki ilişkilerine yansıtması da olasıdır. 

Erotik Sevgi: Erotik aşkta kişi, partnerinde insani niteliklerin cisimleşmiş halini görür. Çiftlerin birbirini sevdiği ama diğer insanları hiç sevmediği erotik aşk, Fromm'un ikilide egoizm olarak adlandırdığı bir durumdur. Çift birbirinin ihtiyaçlarını karşılar ve ayrılık hissinin yarattığı kaygıyı duymaz. Ancak ilişkide asla duygusal yakınlaşma olmaz. Çünkü eşteki insanı duyguları keşfetmezler. 

Kendini Sevme: Her insan kendini sevecektir. Burada Fromm, kendini sevme ve bencillik arasındaki farkı çiziyor. Bencil insan kendinden nefret eder ve kendine bakmaz. Bencillik, kendisinin sağlayamadığı şeyleri ortaya çıkaran bir kendine odaklanmadır. Öte yandan kendini seven insan, kendi insani ihtiyaçlarını görür ve onları önemser.

Ve Tanrı

Tanrı sevgisi: Fromm'a göre Tanrı sevgisi de birlik arzusundan kaynaklanmaktadır. Tüm dinlerde insani değerlerin zirvesi Tanrı'dır. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri insan onunla bir bağ ve kimlik sürdürdü. Bu bağ ona bir güvenlik duygusu sağladı. İnsan evrilip zanaatkar olduğunda, dini törenler de değişti. Daha sonraki bir aşamada, insanın kendisi en yüce ideal haline geldiğinde, Tanrı kavramı daha da farklılaştı. Bu noktada Fromm, inancın geliştiği iki eksene işaret etmektedir. İlk eksen, tanrıların eril veya dişil doğasıdır. Fromm'a göre ilk dönemlerde dinler annelerin egemenliğindeydi. Bu ana tanrıça, anne sevgisi modeliyle aynı özelliklere sahiptir. Tanrıça, tüm çocuklarını iyilik ya da kötülüklerine veya itaat derecelerine göre değil, kendi çocukları oldukları için sever. Bir sonraki adımda Tanrı, baba olur. Baba tanrı, gereksinimleri, yasaları ve ilkeleri karakterize eder ve sevgisi onlara itaat derecesine bağlıdır.

Diğer eksen ise dini inançtaki olgunluk derecesidir. Fromm, Tanrı'nın yasaları koyan, kendisi de onlara tabi olan biri haline geldiği anda, Nuh'la yaptığı antlaşmaya işaret eder. Tanrı suretindeki gelişme, Tanrı'nın kendisinin bir hakikat ve adalet sembolü haline geldiği noktaya kadar devam eder. Bu noktada, nihai bir şeyi sembolize ettiği için Tanrı'nın adı yoktur. Öte yandan gerçek dindar, dini inancı olgun olan kişi, sınırlarının ve Tanrı hakkında hiçbir şey bilemeyeceğinin farkındadır. Tanrı onun için birlik ve sevginin sembolüdür. Aynı zamanda insanın içsel gerçekliğinde var olan ve hayatını buna göre yaşamayı seçtiği bir semboldür. Bu nedenle Allah'tan bahsetmiyor ve O'nu anmaktan kaçınıyor.

aşk

Pratikte sevgi

Sevme sanatının teorik yönüne değindikten sonra şimdi çok daha zor bir sorunla, pratiğiyle karşı karşıyayız. Nasıl ressam olunacağına dair tek bir kılavuz olmadığı gibi, nasıl sevileceğine dair de tek bir kılavuz yoktur. Fromm, bunun bir “kendin yap” rehberi olmadığını, okuyucuların aşk sanatçısı olma arzularının peşinden gidebilecekleri bir başlangıç noktası olduğunu belirtiyor.

Aşkın pasif tarafına odaklanırsak, nasıl seveceğimizi değil, nasıl sevileceğimizi düşünürüz. Böylelikle sevilmenin yollarını arayıp, sevme yeteneklerimizi eğitemeyiz. İnsanlar asıl zorluğun aşk için doğru kişiyi bulmak olduğunu ve onu bulurlarsa aşkı kazanacaklarını düşünme eğilimindedir. Bunu yaparken, çoğu zaman sevme yeteneklerinin olmadığı gerçeğini görmezden gelirler. Bu nedenle Fromm, odak noktasının bu yeteneği eğitmek olduğunu savunuyor. Fromm, bu kafa karışıklığının, bir yanda seçme özgürlüğü, diğer yanda tüketim kültürü ile karakterize edilen içinde yaşadığımız modern toplumdan kaynaklandığını açıklıyor.

İnsanlar aşık olmayı arzuların zirvesi olarak görme eğilimindedir. Ancak ilk heyecan azaldığında, aşk olmadığı ortaya çıkar ve çift hayal kırıklığına uğrar. Fromm, aşkı, aşık olmanın aksine uğrunda çaba gösterilecek durağan bir durum olarak vurgular. Öte yandan aşık olmak, hareketi ima eder.

İnsanın zaman içinde zekası ve farkındalığı da gelişmiş ve doğadan ayrılmıştır. Bu durumun farkına varması onda kaygı, utanç ve suçluluk duygusu uyandırır. Fromm buna, yasak elmadan yediklerinde çıplak olduklarının farkına varan, utanç ve suçluluk duyan Adem ve Havva'nın öyküsünü örnek olarak verir. Bu nedenle insanın birincil ve temel arzusu, farklılık durumundan çıkıp dış dünya ile birliği sağlamaktır. Bu ihtiyaca ulaşamamak deliliktir. Gerçekten de Fromm, kitabında, akıl hastalığının bir kişinin dış dünyayı yalnızca kendi iç dünyası açısından gördüğü bir durum olduğunu öne sürer.

Son söz varoluş

İnsan varoluşunun sorunu bir ayrılık sorunudur. Doğarız ve ölürüz. Ancak ayrılık sorununun üstesinden gelmeye çalıştığımız yollar vardır. Fromm'un "sefahat halleri"  dediği, dış dünyanın kaybolduğu trans hali bunlardan biridir. Orgazmik deneyimler; Kişinin rahatladığı ve acılarından kurtulduğu trans halleridir. Uyuşturucu kullanımı, alkol ve cinsel deneyimler orgazmik deneyimlerden sadece birkaçıdır. Bu deneyimlerin dezavantajı, geçici olmalarıdır.

Fromm'a göre, insanın varoluş sorununu çözmesinin tek ve ana yolu gerçek aşktır. Ona göre bu, insanın en yoğun özlemi, en temel arzusu ve insan ırkını bir bütün olarak ve çeşitli gruplar halinde birbirine bağlayan güçtür. Hatta "Aşk olmadan insanlık bir gün bile olamaz" diyor. Gerçek aşkın ayırt edici özellikleri ise, ilgi, sorumluluk, saygı ve sevginin nesnesini bilmektir. 

Fromm, aşkın pratik kapasitesini geliştirmek için gerekli bazı özellikleri analiz eder. Ona göre sevgi dolu bir insan disipline, konsantrasyona, kendine ve bedenine karşı duyarlılığa ihtiyaç duyar. Bu yetenekleri geliştirmek için yapacağı uygulamalardan biri de meditasyondur. Ancak narsisizmi tetikleyecek duygulardan uzaklaşması da gerekir. Narsisizm, kişinin dış dünyayı yalnızca kendi iç dünyası açısından algılaması durumudur. Yani dış dünya, ancak insanın istek ve arzularını tatmin etmeye yarayan bir araç olduğu ölçüde var olur. Bu, nesnel düşünme yeteneğini gerektirir ki bu da kişinin dünyadaki şeyleri gerçekte olduğu gibi algıladığı narsisizmin tersidir. Son olarak alçakgönüllülüğe de ihtiyaç vardır. Bir kişinin her şeye kadir ve her şeyi bilen olmadığını kabul etmesi gerekir.