Hepimiz zor günlerden geçiyoruz, hep birlikte. Hepimizin canı acıyor bir başka şekillerde, aynı acıyı farklı yollarla hissediyoruz. Biri sizi çok üzerse bu ona karşı kızgınlık duymanıza da sebep olur. Genelde hep üzüntüyü takip eder öfke. Olur yani bu; hep olmuştur tarihte de. Buhran dönemlerinde isyanlar çıkar ülkelerde, çocuğunuz düşüp dizini kanatsa kızabilirsiniz ona.
Doğal olarak çokça öfkeye de maruz kaldık bu dönemde. Herkes yaptı bunu ister istemez. Bir öfke çemberi kurduk biri bizi suçladı biz de birilerini. Aynı şeyin ucundan tutup çekiştirip durduk aynı amaçlarla. Yan yana yürümenin en gerekli olduğu zamanda oysa ki... Harcamamız gereken enerjiyi çok yanlış yerlere yönelttiğimiz öfkeye ayırdık.
Öfkeli olmanın kötü bir şey olduğunu söylemek istemiyorum; yanlış anlaşılmasın. Çok haklı öfkelerimiz de oldu.
Hangi kötülüğü yaptık biliyor musunuz birbirimize? Durmadan açığını aradık karşımızdakinin. "Bu ne kadar paylaşım yapmış, ne kadar üzülmüş?" diye ölçmeye çalışanlar oldu. Yarıştık. Sahada birileri kim daha çok fotoğraf çekecek diye yarışmaya başladı, kim ekranda daha çok göründü kavgasına doğru gitti. Sonra birileri bu yarışa hiç girmeyenlere kızmaya başladı. Belki haklılardı da... Yastaydık evet! Siyah giymeliydi herkes. Zaten bir çoğumuzun da içinden gelmiyordu rengarenk bezenmek. Ama "en karası da benim!" diye bağırmaya hiç gerek yoktu. Hiç gereği yoktu Londra'daki pembe koca şatolardan gününü bir şekilde sürdürmeye çalışan insanlara üst perde azarlar çekmenin.
Acı nasıl yaşanır?
Kim için ne normaldi ki sanki? Ya da üzüntünü göstermek için atılan küçük bir çocuk fotoğrafına dramatik bir şarkı eklemenin hiç gereği yoktu, bu fayda sağlamadı hiçbirimize. İnsanlar ailelerini, evlerini, memleketlerini kaybederken akşam boğazından geçmeyen tatlı da hiç umurumuzda değildi kusura bakmazsan. Ya da enkaz altında kalan çocuklar için balon bağlamak dünyanın en saçma fikriydi. İnsanların yaralarına tuz bastınız, evladını kaybetmiş insanların canını yaktınız.
Bakın ben de bir öfkeyle yazdım işte bir önceki paragrafı. Çok kızdım bu acıdan faydalanmak isteyenlere, onca acı içinde kendisininkini parmakla gösterenlere. İlgiyi almak isteyen bencil insanlara. Başkalarının acıları üzerinden ahlak propagandası yapanlara. Ben daha çok üzüldümcülere. Acı böyle yaşanırcılara…
Biz acıların ülkesiyiz. Çokça çeşitini yaşadık ve yaşayacağız belli ki. Sahipleniyoruz da acılarımızı, bir yanımıza koyup devam ediyoruz yola. Dram filmlerini çok seviyoruz, fazlaca çekiyoruz. Ama hala "acı nasıl yaşanır?"; bilmiyoruz.
Kimisi ağlar bağıra bağıra böyle yaşar acısını kimi susar kimi fazla konuşur. Aynı acı işte ne kadar farklı kefeye koyarsan koy içi aynı. Acı şöyle ya da böyle yaşanmaz. Acı kişiseldir. Herkes için farklı bir yolu vardır. Kalbinde seninle aynı acıyı paylaşmayan zaten gelip ne dediğinle de ilgilenmez ki. Sen yine senin gibi olana kızıyorsun; "şöyle yapmadın, böyle etmedin" diye...

Yani ben de saydım anlattım bir çok insana kızdım ya az önce, oturup utandım sonra. Herkes bildiği yoldan bir şekilde yaşamaya çalışıyor işte acısını. Bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama iyi ama kötü... Oturup kızmadan önce birbirimize düşünmemiz gerek bunu.
Acı ortak
Çok eğitimli bir toplum değiliz biz. Ne dersek diyelim. Hepimiz kendi bildiğimiz yolla mücadele etmeye çalışıyoruz. Elimizden gelenin en iyisini yapmak hep amacımız. Kendi en iyi öğrendiğimiz şekilde üstleniyoruz bir parça acıyı tamamını bir yere yığmak yerine. Herkes alabildiğini alıyor işte. Taşıyabildiği kadarını. Bunu düşünmemiz gerek tepki vermeden önce. Ağır geliyorsa kendi sırtlandığımız; başkasına "sen az aldın" diye bağırmadan önce bir parçasını bırakmalıyız belki de.
"Birbirimize karşı daha nazik olmalıyız, hepimiz kendi yollarımızla en iyisi olmaya çalışıyoruz."

Hassasiyetlerimizden oluyor hep bunlar. Ne desek; ne kadar kızsak da hep birbirimizi sevdiğimizden çıkıyor bunca kavga. Kardeş kavgası bizimki, kim haklıdan öteye. Bütünüz işte bölünmez bir vatanın ayrılmaz çocukları. Bu memleket de bu kavga da bu acı da bizim. Senin ya da benim değil ki...
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim….Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…
Dememiş mi Nazım Hikmet? Bu kavga niye? Bu vatan bizimse bu vatanı yaralayan ortak düşmanımız değil mi bizim? Anlayabilmeliyiz artık bunu. Birlik olmayla ilgili ezber cümleler kuran politikacılardan çok halk olarak sarılıp göstermeliyiz artık. Sevgi dilini benimsemeye başlamalıyız artık, hoşgörü olmalı ideolojimiz. Bu yara nasıl sarılır bilmiyorum ama yalnız sarılmaz; bunu biliyorum. Benimle aynı acıyı paylaşan ve elinden geleni yapan herkesi çok seviyorum. Birlik olursak güçlü bir duvar oluruz; bunu çok iyi biliyorum.

Bıçak üstünde de olsak birbirimize hoşgörülü olmak zorundayız. Öfkemizin çok daha haklı bir yeri var çünkü. Tüm enerjimizi buna vermeliyiz. Bizimle aynı acıyı yaşamayanlara!..