Emine Aydın

We <3 Kargala

Depremden kısa bir süre sonra en çok konuşulan konulardan biri normalleşme süreciydi. Normale dönmek tam olarak ne demekti? Tam anlamıyla normale dönmek için kaç gün beklemeliydik? İnsanları içtikleri kahve, okudukları kitap, yedikleri yemek ya da verdikleri bağlantı ne zaman umrumuzda olmalıydı? Günlük hayatımızda normale dönsek bile sosyal medyada dönmeli miydik? Hangisi daha çok rol yapmaktı? Yoksa rol yapmak değil de acıya saygı mı duymaktı? Mesela sosyal medya yardım amacıyla kullanılmalı mıydı? 

Normalleşmek mi iyileşmek mi? 

Bireysel sorunlarımda ya da acılarımda normale dönmek benim için bir kaçış mekanizması. Var olan acıyı çok çabuk yok sayıp normalden daha normal bir hayata hemen geçebiliyorum. İnkar, benim için en kolay iyileşme yolu aslında. Terapi seanslarımda da sıklıkla ele aldığımız bir konu. Bu deprem, hayatımda ilk defa inkar edemeyeceğim acı bir gerçek olarak çıktı karşıma. İşte birçok insanın eleştirdiği şekilde normalleşmeye çalışsam da yapamadım bu defa. Var olan bütün anlamını kaybetti hayat bir anda. Kendimi nereye koyacağımı bilemedim.

Hızlıca aksiyon alıp bir işin ucundan tutmak istedim önce. Ankara’da elimden geleni yapmaya çalıştım. Duramadım, deprem bölgesine gönüllü sağlık personeli olarak gittim. Geri döndüğümde yeniden başlamak istedim. Ama planladığım şekilde yapamadım. İşin içinden çıkamadım, toparlanamadım. Bir akşam “acı çekme” kavramının ne olduğunu hala öğrenmediğime karar verdim. Bildiğim yoldan ilerlemeli ama yeni bir yol daha öğrenmeliydim. Kendime tam da bu konuyla ilgili bir kitap seçtim: Acı Çekme Cesareti.

Acı Çekme Cesareti

Van Tongeren çiftinin hayatın en büyük krizlerine yeni bir yaklaşım mottosuyla yazdığı bu kitap, müthiş bir zamanlamayla hayatıma girmişti. Kitap okumaya odaklanıp bir parça kendi rutinime dönmek istiyordum. Aynı zamanda da hiç bitmeyen karakter gelişimime devam etmek. Otuz beş yılda öğrenemediğim bir beceriyi edinmek: Acı çekmek.

Siz hiç bir acıyı nasıl yaşamanız gerektiğini bilemediğinizi hissettiniz mi? Toplumsal acılar beni hep daha fazla çıkmaza sokmuştur hayatımda. Çünkü toplumsal bir acıyı yok saymak bireysel olarak başarılabilecek bir davranış değil. En azından benim için öyle. Peki yok sayamadığımız bir acıyla baş etmenin yolu ne?

“…fakat gözyaşlarımızdan utanmamızın gereği yoktu; çünkü gözyaşları insanın cesaretlerden en büyüğü olan acı çekme cesaretine sahip olduğunun kanıtıdır.”

Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı

Varoluşçu bir pozitif psikolojik çerçeveden acıya bakarak başlıyor kitap. İnsanın Anlam Arayışı’ndan bir alıntıyla. Her ikisi de terapist olan Van Tongeren çifti, hayatlarını bir anda altüst eden bir gerçekle yüzleşiyorlar. Ardından da hem bu süreci sindirerek yaşamak hem de danışanlarına ve meslektaşlarına yeni bir çerçeve sunmak için bu kitabı yazıyorlar. 

Anlam

Farklı danışanlar ve farklı vakalar üzerinden anlatsalar da ana fikir olarak yazarların odaklandığı konu, her durumda anlam arayışında olmak. Çoğu zaman karıştırılıyor olmakla birlikte anlam kavramıyla mutluluk kavramının aynı olmadığından bahsediyorlar uzun uzun. Dolayısıyla mutsuzken de insanın bir anlam arayışı olması gerektiğini savunuyorlar. Ancak bu anlam dışarıda aranan bir anlam değil de insanın kendi içinde yaratacağı bir anlam. Belki de dini ritüeller bu sebeple insanlık tarihiyle birlikte günümüze kadar gelmiş durumda. İnanma isteğinin temelinde yatan sebep de bu olabilir. İçsel bir anlam arayışı.

İçerik olarak kitabın dili biraz ağır. Daha çok terapistlere yazılmış gibi. Terapist değilseniz ya da en azından psikoloji okumaya meraklı değilseniz okuması biraz zorlar. Ama zamanlamayı da göz önünde bulundurduğumda benim için güzel seçim oldu. Atomu yeniden parçalamadım ancak bir parça davranış değişikliğiyle kendime geldiğimi söyleyebilirim. Örneğin yapmak için güç bulamadığım rutinlerime döndüm. Salı rutinime. Yani okumak için mekan gezme rutinime. İlk adresim de bir süre önce gözüme kestirdiğim mahallemizin yeni kahvecisi Abella oldu.

Abella Coffee

Batı Merkez metro çıkışının karşısında Ekim 2022’de açıldı Abella Coffee. İçi huzur verecek kadar ferah ama boş değil. Boşluk ve ferahlık arasında ince bir çizgi var bence. Ferah olsun diye gereğinden fazla sade olan mekanlar var ki insan kendini diken üstünde hissediyor. Abella son zamanlarda kendimi en keyifli hissettiğim mekanlardan. Bu ara sık sık uğruyorum. Kahveleri de çok lezzetli. Depresyonumu bahane ederek diyet bozduğum için de her gittiğimde bir tatlısını denedim. Hepsi birbirinden güzel. Çalışanlarının enerjisi de ayrıca yüksek. Bir insanın bir kahveciden beklentisini karşılamak için daha ne yapsın bir işletmeci? 

Bu aralar kaybolursam beni Abella’da bulabilirsiniz. Bulana kahve ısmarlarım. Beni bulamazsanız da Can’ı bulun tezgahta. Selamımı söyleyin. O da beni aratmaz. 

Haftaya da güzel bir röportajla devam edelim diyorum. Enerjimiz yükselsin. Ne dersiniz?