Elif İpek Sıkıcı

We <3 Kargala

Bu haftaki yazımda size popüler kültür ile ilgili pek de iç açıcı olmayan birkaç durumdan söz etmek istiyorum. Geçen hafta Londra seyahatim esnasında tanık olduklarım yazımı bu konu üzerine oluşturma ihtiyacı yarattı.

Temmuz ayı olduğu için Londra epey kalabalıktı. Dünyanın her yerinden insanlar şehri görmeye gelmiş, sokaklar şenlik yerine dönmüş. Hatta insan çeşitliliğinin Netfix dizisi oyuncu kadrosu kadar geniş yelpazede olduğunu söylemek bile mümkündü. Özellikle Asya, Orta Doğu ve Afrika’dan gelenlerin sayısı belirgin derecede fazlaydı.  Muhtemelen: “Tabii böyle olacak,  Londra popüler bir yer hem de kültürel zenginliğe olanak sağladığı için tercih edilen bir cazibe merkezi.” diyorsunuz.  Aslında bu insanlar neden oradalardan ziyade sorun herkesin aynı şekilde tüketiyor oluşunda. Hem zamanını hem de parasını. Biz farklılıklara saygı var ne güzel derken o farklılık aslında sadece giysimizde, ten rengimizde, konuştuğumuz dilde kalıyor. Farklı olduğumuzu sanırken popüler kültürün dünyanın her yerindeki tutsakları olarak bir arada bulunduğumuzu algılayamıyoruz.  Peki bunu İngiltere mi yaratıyor? Doğrudan yaratıyor diyemesem de çanak tuttuğu açık çünkü insanlara sunduğu olanaklar tercihlerinizi belirliyor. Etrafınızdakilerle birlikte akıntıya kapılıyorsunuz.  Şehirde yapılacaklar arasından bir şeyleri tercih ettiğinizi sanıyorsunuz ama o seçenekleri de belirleyen popüler kültür. Öyle ki Londra Metrosu için açılan müzede sergilenenlere bakmak yerine satış bölümünde vakit geçirenlerin sayısı çok daha fazla. Metrodaki koltuk ile aynı kumaştan yapılmış bir çanta ya da metro hatlarının basılı olduğu bir giysiye neden ihtiyaç duyasınız ki? O ortamdan çıkıp da sakince düşününce daha da mantıksız geliyor.  Bu tarz malzemeler sadece eve döndüğünüzde başkalarına söylemeden Londra seyahati yaptığınızı gösterecek ve size yönelik algıyı üst noktaya taşıyacak objeler. Bir çeşit marka değeri yaratılmış. İngilizler bu konuda oldukça başarılı. Ayrıca başkalarına anlatacak, ilgi çekecek anılar yaşama ihtiyacı içerisindeyiz.

Popüler kültürde kaybolmak: Londra

Değer bulma, itibar sahibi olma, hayattaki tatminini harcadıklarına, gezdiklerine, yediklerine indirgeme tavrı salgın hastalık gibi yayılmış durumda. Kendimi bir yere kadar bu esarete dahil ediyorum. Bizde de idrak biraz geç oldu. Şehirde yapılması gerekenler listesine kapıldığımız bir anda parkta oturup frizbi oynamak, heybetli bir ağacın gölgesine uzanıp rüzgârda sallanan yaprakları izlemek, yediklerimize ortak olmaya niyetli sincapları, güvercinleri beslemek gibi tercihlerimiz olmasa son güne kadar savrulmaya devam edecektik. Hatta doğanın güzelliğini paylaştığım sosyal medya hesabıma “Çayır çimen görmeye mi gittiniz?”  mesajları atarak rutinin dışındaki görüntüleri yadırgadığını belli eden, şehirde gezilmesi gereken yerleri görmek isteyen arkadaşlarım da oldu.  Yine de listemizi kendimize göre değiştirmek gibi kişisel tercihlerimiz,  popüler kültürün etkisinden bir nebze de olsa uzaklaşabildiğimiz anlardı. Konu sadece tüketimle de ilgili değil. Bu tarz seyahatlerde odağın sadece görmek ve göstermek oluşunda. Tüketimin bizi narkozladığı kayıp bir çağ yaşıyoruz adeta. Öyleyse 21. yüzyılın vebası popüler kültür. Gerçek anlamda var olabilmek öncelikle kendimize etrafımızda olup bitene eleştirel bir gözle bakabilmekte yatıyor. Keşfetme becerimizi, kendimizi tanıma, anlama ve kabul etme yetimizi popüler kültüre teslim etmek biricik ömrümüzü boşa harcamak da demek.  Bu kültürel hegemonyaya karşı durmak zor olsa da içimize dönebildiğimiz sürece bir şansımız olduğunu düşünüyorum. Kapılıp gidiyor muyuz yoksa kendi gerçekliğimle mi tercihlerimi yaşıyorum? Bunu sık sık sormak lazım. Yazıyı buraya kadar okuduysanız küçük bir deney yapalım. Açın İnstagramınızı. Önünüze düşen ilk üç paylaşımdan kaçı yemek, deniz, kum güneş, eğlence odaklı. Sadece üç paylaşıma bakmak bile durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.  Unutmayın popüler kültür sizi iyileştirmez. Kendine has bir gerçeklik algısı yaratır ve zihinlerinize egemen olur. Sizi ele geçirir. Barbie filminin Kara Şövalye’nin 15 yıllık gişe başarısını geride bırakmasının ardında da bu esaret yatmakta. Size şifa verecek olan kaynağını aldığınız özünüzü oluşturan kültürdür.

Çevremizdeki insanları seçerken de aynı şeyi yapıyoruz. Tercihleri bizimkilere benzeyenlerle vaktimizi harcamak hoşumuza gidiyor. Birbirimizi onaylayıp bizlerden bekleneni yapınca huzurlu hissediyoruz. Oysa başkalarının düşünceleri ile benlik algınızı belirlerseniz her zaman yönetilirsiniz. Halbuki özgürlük çok güzel bir duygu. Peki sen eve ne getirdin derseniz,  parktaki ağaçtan yere düşmüş bir meşe palamudu ve birkaç çam kozalağı...